TÜRKİYE’de bir merkez sağ gerçekten hiçbir zaman olmamıştır. Geleneksel merkez sağ olduğu iddia edilen akım bir kaostan doğduğu için hep marazlıdır.
Bu "olmamışlık" ve "marazlılık" nereden geliyor, bunu biraz irdeleyelim. İrdeleyelim ama birinci meclisten eskilere gitmeyelim. Ahrar Fırkası’na falan...
23 Nisan 1923’te kurulan Birinci Millet Meclisi kuşkusuz toplumun politik düşünsel topografyasını yansıtıyordu. İkinci Grup’un ortaya çıkmasıyla kaos başladı ve daha cumhuriyet kurulmadan cumhuriyet karşıtı, karşı devrimci hareketlerin ilk tohumları atıldı.
CEMAATİN KUCAĞINDA
Kendini merkez sağ ya da merkezin sağı olarak tanımlayan ve tanımlanan hareket aslına bakarsanız adı hangi partinin adı olursa olsun tarikatların ve cemaatlerin kucağına oturmuştur.
Necmettin Erbakan tarafından kurulan ve kapatılan dört partiyi (Milli Nizam, Milli Selamet, Refah ve Fazilet) bir yana bırakalım; Demokrat Parti, Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi, ANAP ve MHP vb. partilerin hepsinin şu ya da bu oranda tarikat ve cemaatlerle ilişkileri olmuş ve onların dümen suyuna girmişlerdir. İlişkinin doruk noktası AKP’dir. AKP ile cemaatler ve tarikatlar büyük oranda devleti ele geçirmişler ve iktidarın büyük ortağı olmuşlardır. Cemaat ve tarikatlar desteği çektikleri gün AKP tepe üstü gider.
Tarikat ve cemaatlerle ilişkisi olan bir merkez sağ parti olur mu? Demek ki Türkiye’de oluyormuş. AKP’den değil ötekilerden söz ediyorum.
OPERET SOLCULARI
Tarikat ve cemaatler, 1950’den bu yana, artık áşikára çıkmış sinsi yıkım ve cihat politikalarını sürdürmektedirler. Ele geçirmek istedikleri için devlete karşı değildirler ama Kemalist, laik cumhuriyete düşmandırlar. Bu nedenle devletteki Kemalist etkileri temizlemeyi ve devleti ele geçirmeyi planlamışlardır. Nakşibendilerin (İskenderpaşa cemaati, Süleymancılar), Nurcuların, Fethullahçıların ortak politikalarıdır bu.
Bunları yazıp söylediğiniz zaman siyasal İslamcılar duymazdan gelirler ama günümüzün travesti (eşcinsel anlamında değil kuşkusuz) solcuları ve neo-liberalleri sizi şeriat paranoyasına tutulmuş olmakla suçlarlar. Operet solcularıdır bunlar, solu psikiyatri kliniği olarak görmüşler, yenildikleri cumhuriyete her ne surette olursa olsun zarar vermek istemektedirler.
NURSİ’NİN İZİNDE
Bir iki örnek verelim: Demokrat Parti sayesinde ihya olan Nurculuğun önderi Saidi Nursi, Demokrat Parti’nin cumhurbaşkanı seçtiği Celal Bayar’a tebrik telgrafı göndermiş; DP hükümetinin Kore’ye asker göndermesini desteklemişti. Bu desteğin karşılığını aldı: Ezanın Arapça okunmasını yasaklayan yasa yürürlükten kaldırıldı; tekke ve zaviyeleri yasaklayan yasanın kaldırılması için önerge verildi; imam-hatip okulları ve İlahiyat Fakülteleri açıldı.
Nurcuların 1950 yılında iktidarla başlayan ortakyaşarlık (sembiyotik) ilişkisi günümüzde de devam etmektedir, ki 70 yıl eder.
Fethullah Gülen de Saidi Nursi’nin izinden gitmekte ve başarıdan başarıya koşmaktadır.
CHP, TİP (Türkiye İşçi Partisi) ve açılıp-kapatılan öteki, irili-ufaklı sol partiler dışında, DSP dahil geriye kalan bütün partiler, 1950’den bu yana tarikat ve cemaatlerin sultası altında politika yapmışlardır. CHP ve solun tarikat ve cemaatlerle organik bir ilişki kurması iki taraf için de inandırıcı ve etkili olmaz. Peki günümüzde tarikat ve cemaatlerden bağımsız bir merkez sağ parti ya da demokratik merkez partisi olabilir mi? (Devam edecek.)