Türkiye aç kalmasın

Oya BERBEROĞLU
Haberin Devamı

Terörün etkisi başta olmak üzere, göçler ve desteklemenin yetersizliği, ithalat politikası dolayısıyla Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da hayvancılık yok oldu. (Şimdi Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden canlı hayvan ve et ithalatı kısıtlanınca AB de deniz ürünleriyle misilleme yaptı. Ekonomik savaş sürüyor...)

İstatistiklere bakarsanız, Türkiye’de 15 sene önce kişi başına et tüketimi neyse şimdi de o. Kırmızı et tüketimi bizde kişi başına yılda 20 kilo civarında. beyaz et ise yaklaşık 5 kilo dolaylarında. Toplam 25 kilo. AB ülkelerinde ise kişi başına yıllık sadece kırmızı et tüketimi ortalama 92 kilo. Sadece hindi eti tüketimine bakıyorsunuz, örneğin İsrail'de kişi başına 18, Almanya'da 6.5, ABD'de 9 kilo.

Bu seneyi ‘Hayvancılık Yılı’ ilan eden Demirel, dostu Yaşar Holding'in patronu Selçuk Yaşar'a, ‘‘Hayvancılık için, protein açığını kapatmak için niye bir şeyler yapmıyorsunuz?’’ diye sitem etmesinin de etkisiyle hindi tesisi doğdu. Bu işletmeyi kısa süre önce hizmete açan Demirel, 26 kiloluk hindileri karşısında görünce şaşkınlığını gizleyememiş, ‘‘Biz kuzuyu 10-12 kilo yapmaya uğraşırdık’’ demişti.

Hindi etinden yapılma pastırmaya bayılan Demirel, hayvancılıkla ilgili bir tv programının da mimarı. Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı ile İşadamı ve politikacı Cavit Çağlar'ın sahibi olduğu NTV, ‘‘Hayvancılıkta 2000’’ adlı bir programla bu sektörün sorunlarını gündeme getirip hassasiyet yaratmaya çalışıyor. Prof.Dr. Kenan Mortan'ın hazırlayıp sunduğu programın her bölümüne Demirel konuk oluyor. Ana tema ‘‘Türkiye aç kalmasın.’’

Besicilerin ve et tesislerinin çoğalması kadar fiyat politikası da önemli... Gelecek proteinsiz olur mu? Bayramdan bayrama evine et giren çoğunluğun olduğu bir toplumda huzur kalır mı?

Yarısı kırmızı yarısı beyaz

Hindi eti bizde pek tüketilmezdi. Ama şimdilerde bazılarınızın sofralarına konuk olmaya başladı. Gerçi bu hindi bildiğimiz kara hindi değil. Kanada kökenli beyaz hindi. Yüz yıl önce ABD ormanlarında uçarken, evcilleştirilen ve kümes hayvanı olan bu hindi, ülkemizde de yetiştiriliyor artık.

Yaşar Holding, İzmir Kemalpaşa'da kurduğu tesiste (23 milyon dolarlık yatırım) hindi etini 50 çeşit işleyerek tüketicinin beğenisine sunuyor. Tesisin yıllık kapasitesi 1.5 milyon hindi işlemeye müsait.

Önce Kanada'dan hindi palazı (civciv denilebilir) ithal ettiler, onları büyüttüler ve sosis, sucuk pastırma gibi çeşitler de dahil olmak üzere piyasaya sundular. Aylık ortalama 600 ton civarında hindi eti satıyorlar. Kuluçkahane ise bu ayın sonunda işletmeye açılacak ve kendi anaçlarından yumurta, yumurtadan hindi üretilecek.

İzmir çevresinde, sözleşmeli 120 besici de Yaşar'ın tesisi için hindi büyütüyor. Besici sayısını 250'ye çıkarmayı düşünüyorlar. Hayvancılığın gelişimi,

toplumda et tüketiminin artması ve tabii istihdama önemli katkı bunlar.

Yaşar Holding Gıda ve İçecek Grubu Başkanı Ahmet Arsan, Türkiye'de fert başına yıllık hindi tüketimi yılda bir kilogram olsa bu tesis gibi 5 tesise daha gereksinim olacağını anlatıyor. Arsan, beyaz hindinin etinin yüzde 50'sinin kırmızı yüzde 50'sinin beyaz etten oluştuğunu, tadının kuzu etine benzediğini, 5.5 ay gibi kısa sürede 26 kiloya kadar çıktığını, Türkiye'nin et sorununa, protein açığına çare için bu yatırımı yaptıklarını belirtiyor.

Üzerinde önemle durduğum bir nokta vardı. Bu hindiler neyle besleniyor? Ne kadar hormonlu gıda veriliyor? Arsan, yemi kendilerinin ürettiğini kesinlikle horman kullanmadıklarını söylüyor. Hindiler arpa, mısır, soya unu, ayçiçeği küspesi, balık unu ve vitaminlerden oluşan yemle besleniyormuş. Antibiyotikli yem kullanılmıyormuş.

Türkiye'de, bildiğim kadarıyla, Yaşar Holding'den başka Bolu'daki Bozca şirketi de hindi üretiyor.

2000'in rengi

Bu işin otoriteleri geçenlerde İstanbul'daydılar. Bunlar renk uzmanları...

Aralarında Türkiye'nin (TGSD) de bulunduğu 22 ülkeden üyelerin oluşturduğu Intercolour Grubu bir kaç eksikle toplantısını ilk kez Paris dışında, İstanbul'da yaptı. Fransız üyeler, geleneksel hale gelen Paris toplantıları bozulduğu için İstanbul'a gelmediler. (Bunun altında tekstil ve konfeksiyonda Türkiye-Fransa rekabeti de yatıyor kuşkusuz.)

Grubun merkezi Viyana. Yılda iki kez Paris'te toplanıp iki yıl sonrasının konsept veya konseptlerini buna bağlı olarak da renklerini belirliyor. Toplantılar iplik fuarlarına denk getiriliyor. İplik ve kumaş üreticileri buradan çıkan renk kararına göre üretim yapıyor. Tekstilin can damarı kolleksiyonlar da ona göre oluşuyor. Moda rengi belirledikleri için sektörde ağırlıkları büyük.

Avusturyalı, İtalyan, Koreli, İspanyol, İngiliz, Japon, Alman, Çinli, Romen, Macar renk uzmanlarıyla geçen akşam Armada Otel'de, Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) Başkanı İsmet Özcan'ın davetinde beraberdik.

Onlara 2000 yılının rengini sormayı ihmal etmedim. Yeni bir yüzyıla temiz sayfa ile başlamak. Aşkla, barış içinde yaşamak. Konsept belli renk belli. Beyaz, 2000'in rengi...

Renk uzmanları artık tekstil ve konfeksiyon sektöründe dünyada rekabetin fiyat ve kolleksiyonla olduğunu söylüyorlar. Belli bir kalite yakalanmış durumda. Ülkemizin de fiyat ve kalite olarak rekabet şansını yüksek buluyorlar. Türkiye'de eksik olanın, insana yatırım-yaratıcılık, yani kolleksiyon olduğunu vurguluyorlar.

POAŞ'ta teminat sınavı

Şimdi POAŞ'la birlikte Türk özel sektörünün önde gelen firmaları, büyük çaplı özelleştirme ihalelerinde boy göstermeye başladı. Sırada Telekom var... (Koç ve Sabancı gibi iki dev burada yarışacak)

Petrol Ofisi A.Ş. (POAŞ)'nin yüzde 51'i blok olarak satılıyor. Özelleştirme işleminin önümüzdeki temmuz ayında bitirilmesi programlandı.

Peki POAŞ kime yar olur?

POAŞ'a teklif veren firmalara bakıldığında, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) satışta öncelikle neyi kriter alacak? Öyle ya ihaleye teklif veren firmaların ciroları belli noktalarda. Yani büyük kuruluşlar. Bu şirkete, Koç, Doğuş, Ceylan, EGS, Süzer, Bayındır, Park, Cıngıllı Holding gibi holdingler teklif verdi. Yanı sıra Hayyam Garipoğlu'nun Akmaya şirketi ile armatör Selahhattin Beyazıt da talip. Her ihalede kuşkusuz teminat mektupları önem arzediyor. Ancak POAŞ ihalesinde bu önem çok daha ön plana çıktı. İhaleye teklif veren firmalardan 10 milyon dolar tutarında teminat alınmıştı. Kıran kırana bir mücadelenin olacağı POAŞ'ta, duyumlarıma göre teminat 50 milyon dolara yükseltilecek.

Buna niçin gerek duyuluyor? Örneğin bir Etibank, bir Tekirdağ Limanı özelleştirmesini anımsayalım. Etibank ihalesini işadamı Sabri Doğan kazanmış ancak parayı ödeyemediği için özelleştirme işlemi yinelenmişti. Tekirdağ Limanı'nın işletme hakkı da ihale sonucunda 14 trilyon liraya Hayyam Garipoğlu'na verilmiş, o da parayı ödeyememişti.

POAŞ'ın tahmini değeri 1.8-2 milyar dolar olarak belirtiliyor. Bu anlamda bakıldığında yüzde 51'lik hisse, milyar dolarlık bir satışa tekabül ediyor. 850 milyon dolar ile en yüksek teklifi Cıngıllıoğlu vermiş. Diğer teklif tutarları 400-500 milyon dolar civarındaymış. Kulislerde konuşulduğuna göre, Cıngıllıoğlu, ‘‘POAŞ kesin benim’’ diyormuş. Bu işin tabii açık artırma boyutu da var.

Haa bu arada, 7 bine yakın kişinin çalıştığı POAŞ'ta devlet memuru statüsünde çalışan 2 bin memura emeklilik ve başka kamu kuruluşuna nakil görünüyor. Binlerce işçiye de işsizlik...













Yazarın Tüm Yazıları