Paylaş
Fakat fazla miktarda protein almanın bazı sağlık sorunlarına yol açabileceğini unutmamalı ve bu konuda da “ifrat-tefrit”ten uzak, “makul” bir noktada kalmaya özen göstermeliyiz. Aşırı proteinli beslenmenin bazı tehlikelerinin olabileceği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. İşte o tehditler ve tehlikeler...
Yüksek proteinli beslenmek her şeyden önce kemiklerimizi risk altına sokuyor. Günlük tüketim 100 gramı geçti mi, böbreklerden kalsiyum kaybı artıyor. Yani idrara daha fazla kalsiyum karışmaya başlıyor. Bu da osteoporoz riskinin, yani kemiklerinizin kırılganlığının artmasına sebep oluyor.
Aşırı protein tüketmenin başka zararları da var. Mesela kanınızda ürik asit isimli atık madde de artabiliyor. Bu madde böbreklerde böbrek taşına (ürik asit taşları), eklemlerde romatizmaya (gut hastalığı) sebep oluyor.
Hele hele kısa sürede kilo verdiren Atkins, Dukan diyetleri veya bunların Türk versiyonlarını yapmaya kalkıp da günlük protein tüketiminizi 150-200 grama çıkarmaya kalkarsanız, işte asıl tehlike o zaman başlıyor!
Aşırı protein yükü böbreklerinizi zorlamaya ve sizi “ketoz” denilen çok tehlikeli bir “asidoza” sürüklemeye başlıyor. Belki biraz daha hızlı kilo veriyorsunuz ama kaslarınızı yani balatalarınızı yakma pahasına. Belki birkaç kilo fazla veriyorsunuz ama iştah dengenizi altüst etme tehdidini kabullenerek. Böyle bir beslenme planı metabolizmanızı bir-iki haftada darmadağın etmeye de kâfi gelebiliyor.
KAS KAYBI YAPAR
Kısacası yüksek proteinli diyet çılgınlığından vazgeçmek lazım. “Birkaç haftalık kısa bir yüksek protein diyetinden ne olacak?” demeyin. Birkaç haftalık bir çılgınlık belki kemiklerinizi eritmez ama ciddi bir kas kaybına yol açacağı, metabolizmanızın canına okuyacağı kesindir.
Hele bir de yaşı 50’nin üzerinde biriyseniz, kalp riski olan, bypass geçiren, stent takılan bir hastaysanız çok daha fazla dikkatli olmanızı tavsiye ederim. Çünkü böyle bir beslenme planı aşırı protein yükü yanında aşırı hayvansal yağ kazanımına da yol açacağından damarlarınız bundan hiç hoşlanmayacaktır.
NE YAPMALI?
Kısacası yüksek proteinli diyetlerden uzak durmakta fayda var. Kilo vereyim derken sağlığınızdan olmak istemiyorsanız, kısa ve uzun dönemli sağlık sorunlarıyla karşılaşmayı arzulamıyorsanız, günlük toplam kalori ihtiyacınızın proteinlerden gelen kısmı yüzde 30’u geçmemeli. Ayrıca beslenme planınızda sadece hayvansal değil, bitkisel proteinler de olmalı, hayvansal-bitkisel proteinler dengelenmeli.
Aşırı protein içeren besinlerin alerji riskini artırabileceğini de hatırlatalım. Daha az hayvansal protein tüketen toplumlarda (örneğin Japonya’da) kanser oranının biraz daha düşük olduğunu bir kenara not edelim. Yani uzun vadede alerji ve kanser riski de var, bilginiz olsun.
Bana sorarsanız günlük beslenme planlarınızı yaparken de, kilo vermeyi düşündüğünüzde de “Ne kadar proteine ihtiyacınız var?” ya da “Ne miktarda protein sizin için zararlı olabilir?” sorularına doğru yanıtı bulabilmek için doktorunuzla mutlaka görüşmelisiniz.
Sizin ne kadar protein tüketeceğinize diyet uzmanları ya da diyet kitapları karar vermemeli ve prensip olarak aşırı proteinle beslenip beslenmeme konusunda kafanızda her zaman soru işareti olmalıdır.
Sözün özü, yüksek proteinli hiçbir diyet, doktorlara sorulmadan uygulanmamalı, daha doğrusu bu tür diyetlerden prensip olarak uzak durulmalı...
Antibiyotik israfı
Havalar soğudu. Gündüz poyraz, gece ayaz derken üşütüyoruz. Yaza göre daha uzun süreler kapalı ortamlarda yaşıyoruz. Sonuç olarak bağışıklık sistemimiz kısa devre yapıyor ve hastalanıyoruz. Ateş, baş, bel ve sırt ağrısı, bulantı bazen kusma ve ishal vb. derken dökülüyoruz. Sıklıkla doktora gitmeden tedavi çözümleri üretiyoruz. Zaten çok az sayıda ilaç için reçete soran eczanelerden aklımıza (ya da evdekilerin, komşuların, arkadaşların akıllarına) göre bir antibiyotik alıp kullanmaya başlıyoruz.
MİKROPLARI MEMNUN EDİYORUZ
Bizi hasta eden mikroba en uygun antibiyotik, yeterli en düşük doz ve gerekli en kısa süre bir araya gelmeyince direnç kazanan bakteriler bir sonraki hastalığın şimdiden galibiyetleri ile biteceğinden emin yaşamlarını sürdürüyor! Avrupa ülkeleri arasında yapılan bir ortak araştırma sonucunda, İngiltere’nin bakteri direncinin en nadir oluştuğu ülke olduğu anlaşılmış. Uzmanlara göre bunun nedeni İngiltere’nin Avrupa’da en düşük antibiyotik kullanım yüzdesine sahip ülke oluşu.
NE YAPMALI?
Temizlik koşullarına özen göstermeliyiz. Yemek öncesi, eve girer girmez ya da tuvalet sonrası ellerin titizlikle yıkanması, kapalı ortamların (büro, sınıf gibi) sık sık havalandırılması, cilt yara ve berelerinin temizliği, hasta kişinin başkalarına bulaştırmamak için önlem alması, hekimin hastayı izole etmesi ve kesinlikle bir hekimin önerisi olmadıkça antibiyotik kullanımına başlanmaması ilk aklıma gelen önerilerdir.
Dr. Evren ALTINEL
Paylaş