Paylaş
Ömürler uzuyor ve hemen her ülkede kadınlar da erkekler de (aradaki kadınların lehine küçük farka rağmen) eskisinden uzun yaşıyor.
Gelin görün ki ömrümüzün uzayan kısmı bebeklik, ergenlik ya da ilk gençlik dönemlerimiz değil, 60’ından hatta 70’inden sonrası. Yani “uzatma dakikaları” gençlikte değil, yaşlılıkta oynanıyor!
Hal böyle olunca da “uzun ömür” bellekte zayıflık, görme ve işitmede güçsüzlük, kas ve kemiklerde bitkinlik, eklemlerde ağrı, uykuda, enerjide azalma anlamına da geliyor.
Peki, ne yapılacak? Bunların etkisini hafifletmek ve hızlarını kesmek için nasıl bir strateji geliştirilecek?
Harvard’lı ünlü uzman Dr. Benson’a göre işe “yaşlanma ile barışarak, onu reddetmek yerine kabullenerek, onunla anlaşarak” başlanacak.
Hayatla ilişkiler asla koparılmayıp, aksine güçlendirilecek. Daima “yapılacak bir işim, görülecek pek çok yerim, telafi edilecek bir ton ilişkim, düzeltilecek bir o kadar yanlışım, gerçekleştirilecek pek çok hayalim var” denilecek.
Ve tabii ki “sağlık!” hep öncelenecek, beden ve ruh sağlığı birlikte geliştirilecek.
Ve son birkaç nokta daha: Asla ama asla pes edilmeyecek. Beslenme kadar aktiviteye de -özellikle yürüyüş- ağırlık verilecek. Daha çok dost, arkadaş, daha geniş bir sosyal çevre, daha yoğun bir sosyal örgütlenme ve daha sıkı bir aile ilişkisinden de taviz verilmeyecek.
Kısacası “yaşlanmayı kabullenmeye evet, pes etmeye hayır!” demeniz ve huzura ağırlık vermeniz gerekiyor. Huzurun ilk 10 şartı da yandaki kutuda, lütfen dikkatle okuyun…
Huzur için 10 şart!
Huzurun yeme içmeyle de, aktiviteyle de pek bir ilişkisi yok. Onun bağlantısı beyinle; ne düşündüğünüz, hissettiğinizle. İşte ilk 10 şart!
Yetinin: Mutsuzluk virüsünün bulaşmasını kolaylaştıran nedenlerin en önemlisi, yetinmeyi bilememektir.
Çoğalın: Kalabalıklaşmak, aidiyet hissini güçlendirip, endişeyi azaltır.
Yavaşlayın: Aşırı hız, hayatı kendimizle ya da başkalarıyla paylaşma olasılığını azaltıyor.
Üretin: Çalışan ve üreten insanların ömrü daha uzun, huzuru daha bol oluyor. “Hayat çorbası” denilen o muhteşem yemeğin içine katacak farklı tatlar üretin.
Geçmişe takılıp kalmayın: Hayatın ufak tefek aksamalarını, ayağınıza takılan taşlar gibi değerlendirin ve daima önünüzdeki maçlara odaklanmaya gayret edin.
Hayata sarılın: Hayatta yüzlerce farklı keyif, binlerce farklı lezzet var. Bunları kavrayabilmek ve yaşayabilmek için hayata sımsıkı sarılmak lazım.
Ailenize sahip çıkın: Çocuklarınız, anne-babanız, kardeşleriniz ve diğer hısım akrabalarınızla güvenli ilişkiler kurun.
Duanın gücünden istifade edin: Güçlü bir inanç dünyası endişe ve korkuyla mücadele etmenizi destekler.
Empatiyi öğrenin: Olaylara karşınızdakinin penceresinden bakmak size de iyi gelecektir.
İç hesaplaşmalardan korkmayın: Hepimizin artıları, eksileri, varları, yokları, yanlışları, doğruları var. Bunları bilmek ve törpülemek hayatı kolaylaştırıyor.
Pişmiş mi, çiğ mi?
İkisi de önemli. İkisinde de faydalı ya da faydayı azalttığı durumlar var: Pişirmek, sebzelerdeki karotenoidleri, özellikle beta karoteni açığa çıkarıp vücut tarafından kullanımını kolaylaştırır.
Örneğin, pişmiş domatesteki likopenden bedenimiz daha çok yararlanır. Pişirme, lüteini de güçlendirir.
Ne var ki aynı işlem bazı sebzelerin (mısırın, havucun, patatesin) glisemik yükünü artırır, kilo yapma potansiyelini yükseltir.
Ayrıca C vitamini ve folat değerlerini azaltır. Özetle, doğrusu iki yolu da dengeli olarak kullanmak olmalı.
Semizotu mucize mi?
90 yaşın üzerinde olduğunu iddia eden YOGİ KAZIM’a bakılırsa “cinsel gücü korumanın” yolu sofranızdan semizotunu eksik etmemekten geçiyor. Peki ne var semizotunda? Hangi doğal maddeler onu bu kadar popüler yapıyor?
Önce şunun hemen altını çizelim ve üzülerek belirtelim ki semizotunda Kazım Bey’in tavsiyesini teyit edecek hiçbir afrodizyak madde yok. Kazım Bey o alandaki başarısının sırrını başka besinlerde arasa iyi olur.
Peki neden biz de sık sık semizotunu ihmal etmeyin diyoruz? Nedeni şu...
Çok ucuz ve besleyici olduğu için semizotu bitkisel olarak Omega-3 açısından mükemmel bir kaynak. Beta karoten, C ve A vitaminleri ve fitoöstrojen yönünden de zengin bir sebze. Bir porsiyon semizotu yiyerek günlük C vitamini ihtiyacınızın yüzde 15’ini ve A vitamininin yüzde 11’ini tamamlayabilirsiniz.
Ayrıca kalorisi düşük, posası yüksek, tok tutma kabiliyeti iyi bir gıda. Başta magnezyum olmak üzere potasyum ve kalsiyum minerallerini bolca içeriyor. Pişirmek de çiğ olarak salata şeklinde tüketmek de mümkün.
Enerjimiz annemizden geliyor
Mitokondrilerimiz hayatımızın enerji merkezleri, metabolizmamızın ateşleyicileridir.
Hücrelerimizin enerjisini onlar üretiyor. En az yağ dokusunda, en çok kas dokusunda bulunuyorlar.
Bilim insanları, mitokondrilerin hücrelerimize yaklaşık 2 milyar yıl önce yerleştikleri düşüncesindeler. O zamandan beri hücrelerimizle ortak biyolojik değerleri paylaşıp “sinbiyotik” bir ilişki içinde yaşıyorlar. İlişkide onlara düşen görev, hücreye gereken enerjiyi yani ATP’yi üretmek.
Enteresan noktaysa şu: Mitokondriler hücrelerin çekirdek değil de sıvı-sitoplazma bölümünde bulunduklarından sitoplazmayla aktarılıyorlar. Kadın yumurtası yaklaşık yüz bin civarında mitokondriye sahip bir hücre. Spermde ise sadece birkaç adet mitokondri var. Dolayı-sıyla embriyonun mitokondrileri babalarımızdan değil annelerimizden geliyor. Bu bilginin bir diğer anlamı da şu: ENERJİMİZİ ANNELERİMİZ VERİYOR!
Peki bu enerji üretim fabrikalarının sayısını artırmak mümkün mü? Mümkün!
Eğer sık sık kas çalışması yaparsanız mitokondrilerinizi ikiye, üçe de katlayabilirsiniz.
Paylaş