Paylaş
Geç de olsa kendimize daha iyi bakmanın önemini anlamaya başlıyoruz. Hayatımıza dair doğru tercihler yapmaya, kendimize çekidüzen vermemiz gerektiğini düşünmeye başladığımız yaşlar da aynı yıllara rastlıyor. Sigarayı bırakmak, alkolden uzak durmak, fazla kilolardan kurtulmak ve iyi bir sağlık kontrolünden geçip, ‘durumumuzun ne olduğunu anlamak!’ merakı da aynı dönemde başlıyor.
YAŞ kırkı geçti mi gözümüz açılıyor aklımız başımıza geliyor. Aynaya daha sık bakmaya, ufak tefek sağlık problemlerini daha çok ciddiye almaya, kolesterolü, şekeri, kanseri daha sık konuşmaya başladığımız zamanlar da aynı yıllara rastlıyor. Peki, geç kalmış olmuyor muyuz? Bu yaştan sonra derlenip toparlanmanın bir faydası var mı? Neredeyse bir “ikinci hayat” gibi düşündüğümüz bundan sonraki o “yeni hayat” göstereceğimiz çabalarla “eskisinden daha iyi bir hayat” olacak mı? Bu soruları hiç çekinmeden “evet” diye yanıtlayabilirsiniz. |
Peki, kırkından sonraki hangi çabalarla “en iyi” olunur? Nasıl genç ve güzel kalınır? Yaşlanmak, “ölüm ve vergiler kadar kaçınılmaz” olduğuna göre bu iş nasıl başarılacak? Bu soruların yanıtı oldukça uzun. Time dergisi son sayısını bu soruların yanıtına ayırdı. Amerika’da bu konuya ilişkin sadece 2009’da yüzden fazla kitap yayınlandı.
Formüller farklı
Üzülerek belirteyim ki, elimizde net bir yol haritası yok hâlâ. Herkesin ayrı bir formülü var. Kimi yola vejetaryen bir beslenme tarzı tutturup detoks kürleri yaparak, kimi balığı, sebzeyi, meyveyi, omega-3’ü, likopeni arttırarak, kimi kendini inanç dünyasının zenginliklerine kaptırarak iyi bir ikinci hayat arayışını sürdürüyor. Süreci abartıp işini, şehrini, hatta eşini değiştirenler, Bodrum’a, Tibet’e, Marakeş’e göçenler bile oluyor. Yani ikinci hayatta fiziksel veya zihinsel olarak ayakta kalabilmek için herkesin uyduğu farklı bir ritüel olabiliyor.
O zaman ne yapacağız? Yola nasıl çıkacağız? Ne gibi değişimler yapacağız? Doğrusu hangisi? Bu değişimleri nasıl bir sıra ya da düzen içine sığdıracağız? Bana sorarsanız, ne işi oluruna bırakın ne de bu tür sorularla kendinizi fazlaca bunaltın. Samimi olarak söyleyeyim, nereden nasıl ne şekilde başlanıp nasıl bir düzen içinde gidileceğini ben de bilmiyorum. “Bir bilenin” var olduğunu da sanmıyorum.
İyi beslenme kolay mı
Mesela hangi besinler sağlığımıza iyi geliyor ya da hangi yiyecek içecekler sağlığımızı kötü yönde etkiliyor biliyoruz ama bunları ne zaman ne sıklıkta ne miktarda ve hangi kombinasyonlarda almamız gerektiği konusunda kafalar hâlâ karışık. Siyah üzümün, narın, siyah-gri yaban mersininin, kırmızı elmanın ya da kan portakalının faydalı olduğu, domatesteki likopenin, soğandaki kuvarsetinin, çaydaki kateşinin sağlığımıza güç ve kuvvet verdiği, omega-3 desteklerinin, probiyotik bakterilerin bağışıklığımızı güçlendirdiği, ginsengin, rhoodiolanın yorgunluğu giderdiği doğru ama bu kadar çok şeyi hangi miktarlarda, ne oranlarda, ne zaman, ne sıklıkta yiyeceğimiz içeceğimiz net değil. En azından hepimiz için ortak olabilecek bir formül yok elimizde.
Bazı uzmanlar, “Her gün 50 gram siyah çikolata, 40 gram ceviz ya da badem yemenin, bir bardak kırmızı şarap içip 100-120 gram yağlı balık tüketmenin ömrü uzatacak en etkili beslenme formülü” olduğunu söyleseler de çözümün bu kadar basit olmadığı kesin!
Ayrıca sağlıklı yaşayıp ömrü uzatmanın yolu yalnızca iyi beslenmekten de geçmiyor. Yaşlandıkça daha az yemenin yani düşük kalorili beslenmenin, protein, yağ ve karbonhidratları belirli oranlar içinde tüketmenin hayatı uzattığını bilmek de kâfi gelmiyor. Yani sorunun çözümü yalnız iyi beslenmekle ilgili de değil. İyi hayatı yakalamanın, keyifli, huzurlu ve sağlıklı bir ikinci hayat sürmenin daha pek çok püf noktası var.
Aktif olmak
Yaşlanmayla ilgilenen doktorlarla konuştuğunuz yazdıklarını okuyup söylediklerini dinlediğinizde de durum aynı. Her uzmanın sırları farklı! Birbirine aykırı olabilen önerileri bile var. Bazıları beslenme kadar fiziksel olarak hareketli olmaya da önem veriyor. Diğerleri ruhsallığın, yani işin ruhsal boyutunun diğerlerinden daha önemli olduğunu iddia ediyor. Ortak noktaları, iyi beslenmek ve haftada üç-dört gün ve en az 30 dakika egzersiz yapmanın şart olduğu fikri. Egzersiz sıklığını ne oranda arttırabilirseniz şansınız o oranda artıyor diyorlar.
Uzmanlardan bir kısmı da kafayı fena halde uykuya takmış vaziyette. Ortalama altı-sekiz saatlik bir uykunun hangi yaşta olursanız olun şart olduğunu söylüyorlar. Yetinmiyor, bir de “uykunuza kalite katın” tavsiyesinde bulunuyorlar. Kaliteli uyku ne anlama geliyor diye sorunca da, “bölünmeyen, yeteri kadar derinleşebilen ve sizi dinlendiren uyku” olarak tanımlıyorlar.
Uzun ve keyifli bir hayatın sırrının stressiz bir hayat olduğunu iddia eden işi salt “az stres = çok sağlık” veya “stres yönetimi = uzun hayat” şeklinde formüle etmeye çalışanlar da yok değil. Stres ve yol açtığı problemlerin de çok etkili birer ömür törpüsü oldukları kesin. Eğer stresten uzak duramaz ya da bu sorunu iyi yönetemezseniz işiniz oldukça zor. Çünkü kronik stres hipertansiyondan kansere, kalp krizinden felce, Alzheimerdan kolite onlarca hastalığın hazırlayıcısı olarak kabul ediliyorlar.
Bana göre bu yaklaşımların tümü doğru! İyi hayat için hiç olmazsa kırklı yaşlar sonrasında dörtlü bir plan gerekiyor: Doğru beslenmek, düzenli egzersiz yapmak, iyi uyumak ve stresi olabildiğince azaltmak veya akıllıca yönetmek. Diğer noktalar (destekler, eğitim, sağlık kontrolleri gibi) işin “geri kalanı” gibi görünüyor. Ortak bir yol haritası aramak yerine herkesin kendine özel bir plan yapması daha doğru görünüyor. Genetik miras, kişisel sağlık geçmişi, mevcut bedensel –biyolojik- ve ruhsal güç dikkate alınarak yapılacak iyi bir plan iyi hayatın kapısına en uygun anahtar olacaktır…
D vitami veya güneş gerekli
AKLINIZDA OLSUN- Bazıları da şu veya bu vitaminlerin her gün mutlaka ve muntazam olarak alınması gerektiği düşüncesinde. Vitaminlerin veya minerallerin adıysa günün modasına göre değişiyor. Seksenli yıllarda C vitamini desteği almak öneriliyordu. Doksanlı yıllarda E vitamini yükselişe geçti. Selenyum ve Betakaroten onu izledi. Son yıllarda ise D vitamini modası var! (Şakası bir yana ama uzun ve sağlıklı bir hayat yaşamak istiyorsanız ya her gün on beş dakika güneşte kalacaksınız –en azından ellerinize güneş banyosu yaptıracaksınız- ya da günde 400 ünite civarında D vitamini desteği yutacaksınız. Çünkü yeni çalışmalarda D vitamini eksikliğinin kanserden kalp damar hastalığına, immun sistem bozukluklarından osteoporoza kadar pek çok yaşlılık sorununun hazırlayıcısı olduğu anlaşıldı.)
Yaşlılık değil ileri yaş sorunu
BİR ÖNERİ- Şuna kesin olarak inanmalısınız. Bilim ve teknolojideki gelişmelerin –eğer bir kaza bela ya da şanssızlık olmazsa, alınyazınız başka bir şekilde yazılmamışsa- sizi bir önceki nesilden daha uzun yaşatacağı kesindir. Bin dokuz yüzlü yılların başında doğan anneanneniz ya da dedeniz altmışlı yaşlara varabilirse uzun ömür virajını döndüğünü düşünüp seviniyordu. Bugün siz aynı yaşlarda cildinize hangi kremi sürerek daha genç görüneceğiniz hangi estetisyene giderseniz kendinizle daha çok barışık hale geleceğiniz ya da “Viagra’nın mı Cialis’in mi sizi daha dik tutacağı” telaşı içindesiniz. Şunu iyi bilin ki bugün otuzlu yaşlara yeni giren kızınız –Allah izin verirse- aynı çabaları yetmişinden sonra göstermeye başlayacak! Yani siz isteseniz de istemeseniz de “ikinci hayat” uzayacak ve siz beklediğinizden daha uzun bir ömür süreceksiniz.
Öyleyse “yaşlılık” değil, “ileri yaş” sorunları ile muhtemelen siz de karşı karşıya kalacaksınız: Ya sağlıklı, keyifli, güçlü bedeni, belleği, gözü, kulağı, cinselliği yeterince sağlam, eli ayağı tutan, başkalarına muhtaç olmayan, bilgece ve zarafetle yaşlanacak ya da poliklinik kuyruklarında doktor ofislerinde hastane köşelerinde geçirilen sorunlarla dolu tatsız tuzsuz bir yaşlı olacaksınız. “Hangisini alırdınız?” diye sormaya bile gerek duymuyorum. Kısacası kırklı yaş sonrasında gösterdiğiniz bu telâşlı hal (!) son derece haklıdır. Çünkü bu yaşlardan birkaç yıl sonra yol ayrımı başlayacaktır.
Paylaş