Yanlış beslenmek hasta ediyor

Bilerek ya da bilmeden yaptığımız bazı “beslenme yanlışları” sağlığımızı bozabilir. Çok şükür artık bunu hepimiz biliyoruz. Biliyoruz ama bazı yanlışları ısrarla yapmaya da devam ediyoruz.

Ayrıca ne kadar ilgili, bilgili ve dikkatli olursak olalım bazı tuzaklardan asla kurtulamıyoruz. Neticede yiyip içtiklerimizden keyif alıp mutlu olmak bir yana, “bir zarar görecek miyim” diye korkmaya başlıyoruz. Son günlerde (biraz da medyada söylenenler, yazılıp çizilenler nedeniyle) “Nerede yanlış yapıyorum?” ya da “bir hata yapıyor muyum?” gibi soruları eskisinden daha sık sormaya başladık. ıyi de yapıyoruz. Çünkü yanlış beslenmekten kaynaklanan birçok hastalık, pek çok sağlık sorunu var.

SIK YAPILAN HATALAR

Beslenme yanlışlarımızın başında “ihtiyacımızdan çok gıda tüketmek” veya “hücrelerimize gereğinden fazla enerji yüklemek” var ama sorun sadece bununla da sınırlı değil: Mesela son yıllarda yiyeceklerimizin yapısı da çok fazla değişim gösteriyor. ıçlerinde çok fazla kimyasal maddeler var. Bunların kimi koruyucu, renk verici, tatlandırıcı, lezzet arttırıcı. Ayrıca eskiye oranla çok daha fazla şeker tüketmeye başladık. Bu bütün dünyada hızla büyüyen bir sorun. Zengin fakir fark etmiyor, her ülkede müthiş bir şeker tüketimi patlaması yaşanıyor. Özellikle mısır nişastasından elde edilen ucuz şeker çok önemli bir tehdit olarak sayılıyor. ıçtiğimiz meşrubatlardan, gazlı kolalı içeceklerden, gazozlardan meyve sularına, hazır çorbalardan gofret, bisküvi, çikolatalara kadar pek çok yiyecek tıka basa mısır şurubundan elde edilen yüksek fruktoz içerikli şekerle üretiliyor. Meşrubat tüketiminin artması, geleneksel içeceklerin (ayran, süt, su) yerini bol şekerli yeni nesil içeceklerin alması önemli bir sorun haline geldi.

VE DİĞERLERİ...

Muhtemelen yağ tüketimimiz de arttı. Toplam yağ tüketimi artmadıysa bile omega-6 zengini bitkisel yağları ve margarinleri eskisinden çok daha fazla yiyoruz. Bilhassa hazır ve paketlenmiş ürünler, fırın pastane işi besinler, fast food gıdalar da bu yağlardan istemediğiniz kadar var. Bu durum omega-3/omega-6 dengemizi altüst etti. Yağlardan kazanılan kalorileri çok fazla yükseltti.
Daha pek çok örnek verilebilir ama konunun özeti şudur: Son yıllarda beslenme alışkanlıklarımızda da ciddi değişimler var ve bunlar ciddi birer sağlık tehdidi haline gelmeye başladı.

İşimiz zor!

Eskisine göre çok daha fazla miktarda rafine şeker ve şeker eklenmiş şeyler yiyip içiyoruz. Beyaz un ve tuz kullanımımız sürekli artıyor. Bitkisel yağ tüketiminin çoğalması omega-3/omega-6 dengemizi bozuyor, bedenlerimizi baş edemeyeceği kadar yüksek oranda omega-6 yüküyle karşı karşıya bırakıyor. Yiyip içtiklerimizin her biri bir taraftan birer kalori bombası haline gelirken, diğer taraftan üretim, saklanma ve paketleme sürecindeki dikkatsizlikler nedeniyle vitamin ve mineraller içerikleri her gün biraz daha azalıyor.
Kısacası işimiz kolay değil. Beslenme yanlışlarının azaltılması yönünde ciddi bir bilgilendirme kampanyasına ihtiyacımız var. Bu kampanyanın öncelikle anneler, çocuk ve gençlerden başlaması gerekiyor. Yoksa sorun (maalesef) yalnızca kilo fazlalığı veya obezite problemiyle sınırlı kalmayacak. Daha bugünden işaretlerini gördüğümüz kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, şeker hastalığı ve kanser patlaması daha tehlikeli boyutlara varacak.

Yemek ve mutlu olmak

Yalnız doymak için değil, yediklerimizden keyif alıp mutlu olmak için de yiyoruz. Ülker Grubu’nun 50. yılında bize alıştırmaya çalıştığı fikir çok ama çok önemli. “Sıcacık bir bardak çaya batırılıp çıkarılan bir bisküviyi parçalayıp bölmeden, yarısını bardakta bırakıp, yarısını yere dökmeden yemek” benim de en sıcak çocukluk anılarımdan biridir. Doymak, yerken mutlu olmak, yiyip içtiklerimizden keyif almak ve aynı zamanda bu süreçten bir de “sağlık için de katkı payı” çıkarmak beslenmedeki temel amacımız olmalıdır. Ülker’in son tanıtım kampanyasında emeği geçenleri işte bu nedenle kutlamak lazım. Tebrikler...

Reflü ilaçları nereye kadar

Reflü hastalığında reçete ettiğimiz proton pompa inhibitörleri (PPI) yirmi yıldır tüm dünyada en yaygın olarak kullanılan ilaçlardandır. Bu ilaçlar uzun dönem kullanımda güvenlidirler. Bugüne kadar uzun süre PPI kullanımına bağlı kanser rapor edilmemiştir. Uzun dönem PPI kullanımına bağlı risklerden biri kalsiyum emilim bozukluğuna bağlı olarak gelişen spontan kemik kırıklarıdır. Bu ilaçları kullananlarda kırık riski 2 kat artmıştır. Yine uzun süre PPI alanlarda mide tavanında klinik önemi az olan polip oluşma riski vardır. Bu ilaçlar mide asidini baskıladığı için midedeki bakteri içeriği artar, ancak bunun da klinik önemi yoktur. Son çalışmalar PPI’ların bazı kan sulandırıcı ilaçların etkisini azaltabileceğini göstermiştir. Bu nedenle iki ilacı da kullanmak zorunda olan hastalar dikkatli olmalıdır.
PROF. DR. EROL AVŞAR
Yazarın Tüm Yazıları