Paylaş
Bedenimiz, olağanüstü bir doğal iyileşme kapasitesine sahip muhteşem bir cihaz gibidir. Görevlerini aksatmadan sürdürebilmesi için her şeyden önce enerji kaynaklarına ihtiyaç duyar. Bunu da yiyecek ve içeceklerle karşılar. Kısacası işlevlerini sürdürürken de, canlılığını devam ettirirken de tüketeceği enerjiyi besinlerden temin eder.
Ne var ki her canlı gibi onun da enerji dengesinin korunması şarttır. Ona ihtiyacı kadar enerjinin mutlaka kazandırılması ama ihtiyacından fazlasını yüklemekten de kaçınılması gerekir. Kısacası bedenimiz için de “giren enerji=çıkan enerji” şeklinde özetleyebileceğimiz bir “denge durumu” vardır ve bunu sürdürmek zorunludur. Yoksa her beden ihtiyacı kadar enerjiyi kazanamadığında da, ihtiyacından fazla enerji yüklendiğinde de sorun çıkarmaya başlar.
OBEZİTE NEDEN PATLADI?
Başımıza bela olan obezite salgını da esas olarak bu enerji dengesinin bozulmasından kaynaklandı. İhtiyacımızdan fazla enerji kazanıyoruz -gereğinden çok yiyip içiyoruz- veya yeteri kadar enerji harcamıyor, hareketsiz, tembel bir hayat sürmekte ısrar ediyoruz.
Sonuç ise son derece can sıkıcı...
Can sıkıcı, çünkü yaşadığımız problemler sadece “yağlanma” yani “aşırı yağ biriktirerek kilo kazanma” ve bunun oluşturduğu “metabolik ve mekanik sonuçlar” ile sınırlı kalmıyor.
Biriken fazla yağ bir süre sonra bir iltihap kaynağı gibi yangısal süreçler oluşturmaya, vücudu yoran, yıpratan, hızlı yaşlandıran, bağışıklık gücünü azaltan maddeler üretmeye başlıyor. Bir başka deyişle yağ birikimi bir süre sonra için için yanan bir yangın alanı oluşturuyor.
SONUÇ NE?
Özeti şu: Ya ihtiyacımız kadar kalori kazanacağız, yani önümüze gelen her şeyi silip süpürmeyecek, boğazımızdan geçen lokmaların sayısını dikkatle izleyeceğiz. Ya da enerji fazlasını ortadan kaldıracak aktivitelere yöneleceğiz. Üstelik bu işi her gün düzenli olarak da tekrarlayacağız. Yani daha hareketli bir hayatı bir şekilde zorlayacağız. Eğer bunu yapmazsak, yani artan kalorileri egzersizle yakmazsak bedenimiz bir yangın yerine de dönebiliyor.
Diş işlemleri öncesinde antibiyotik ne zaman gerekli?
Diş hekimlerinin uyguladığı diş eti ameliyatları, diş implantları, kök/kanal tedaviler gibi işlemlerden hemen önce koruyucu antibiyotik kullanımını gerektiren bazı sağlık sorunları var. Örneğin kalp kapaklarında hasar olanlar, kalbin iç yüzeyini döşeyen zarı iltihaplananlar, kalp kapağı ameliyatı geçirenler herhangi bir nedenle diş girişimine maruz kalacaklarında, diş hekimleri girişimden önce onlara koruyucu bir antibiyotik şemsiyesi açma ihtiyacı duyabiliyor.
Antibiyotik uygulaması genelde diş işlemlerinden 1 saat kadar önce yapılıyor. Eğer bu koruma önlemi alınmazsa ağızda yaşayan bakterilerin kan dolaşımına karışması halinde o bakteriler kalp zarı ve kapaklarında enfeksiyonlara sebep olabiliyor.
Sürekli ateş lenfoma işareti olabilir
Lenfomalar lenf bezlerinden kaynaklanan kanserlerdir ve bunların da farklı tipleri, kolay ve zor tedavi edilenleri var. Ama genel olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Lenfomalardan eskisi kadar korkulmuyor. Hemen her lenfoma tipinde başarılı tedavi seçenekleri var. Önemli olan burada da yine erken ve doğru teşhis!En önemli işaret büyümüş lenf bezleri ama bunlar elle ulaşılabilen yerde olmadığında hastalık fark edilmeyebiliyor. Bu durumda diğer belirtilerin de dikkate alınması gerekiyor.Uzun süredir devam eden ve nedeni bir türlü anlaşılamayan -belirlenemeyen- ateş sorunu işte bu noktada önem kazanıyor. Özellikle kilo kaybı ve terleme ile birlikte olan, nedeni bulunamayan ateş durumunda lenfoma yönünden de denetimden geçmek lazım.
Neden yürümeliyiz
Sağlığımızı korumanın iki temel ve değişmez yolu var. Bir: Bağışıklık sistemini genç ve güçlü tutmak. İki: Sağlam bir kalp damar sistemine sahip olmak.
Tabii ki başka belirleyiciler de söz konusu ama esas belirleyici bu ikili. Ana oyuncular bunlar. Eğer bu ikilinin herhangi birinde sorun başlarsa sağlıkta hayatı tehdit edebilecek değişimler de anında devreye giriveriyor. Örneğin bağışıklık sisteminin yaşlanıp hastalanması, enfeksiyon ve tümör bağışıklığının zayıflaması, kanserler ve mikrobik hastalıklara daha kolay yelken açılması anlamına geliyor.
Kalp ve damar sisteminin gücünü kaybetmesi ise kalp krizlerine ve beyin felçlerine davetiye çıkarıyor. Böyle olduğu için de biz hastalarımıza “Damarlarınız ne kadar gençse siz de o kadar gençsiniz, damarlarınızın yaşlanması kalp krizlerinin, inmelerin, bellek kayıplarının ve daha pek çok kronik hastalığın başlangıcı demektir. Damarlarınıza sahip çıkın, onları genç ve sağlıklı tutun” tavsiyesinde bulunuyoruz.
Yine onlara “bağışıklık sisteminizi genç ve güçlü tutmayı unutmayın, bağışıklık sistemi sizi iç ve dış düşmanlardan koruyan savunma yapılanmasıdır. İçten gelen tümörleri de, dıştan gelen mikrobik saldırıları da bu sistem sayesinde savuşturacaksınız” demeyi unutmuyoruz.
Tam da bu noktada düzenli ve tekrarlanan yürüyüş aktivitesi devreye giriyor, çünkü her ikisinin sağlamlığı da yürüme alışkanlığı ile doğrudan bağlantılı. Bağışıklık ve damar sistemini genç tutmanın yolu her şeyden önce düzenli yürümekten geçiyor.
Unutmayın: Damar koruyucu ve bağışıklık güçlendirici birçok doğal destek olsa da bunların en güçlüsü, ucuzu ve sağlıklısı YÜRÜMEK’tir...
Homosistein fazlalığı tehlikeli mi?
Kanlarında fazla miktarda homosistein bulunan kişilerde kalp ve beyin damar hastalıklarına yakalanma riskinin az da olsa artabileceğini gösteren veriler var. Homosistein fazlalaşması çoğu zaman folik asit, B6 ve B12 vitaminlerinin azalmasının bir neticesi olarak gelişiyor. Kanda homosistein seviyesi belirlendiğinde de bu üç vitaminin seviyeleri araştırılıyor.
Genel olarak homosisteini yüksek olan birinde homosistein seviyelerini azaltmanın faydası konusunda net ve açık bir kanıta sahip değiliz. Ama biz yine de homosistein fazlalığının vücutta bir “metilasyon bozukluğu” işareti olabileceğini de düşünerek özellikle ailesinde 55 yaş öncesi koroner arter hastalığı yaygın olanlara günde 400 mikrogram folik asit, 100 mg B6 vitamini ve 100 mg B12 kombinasyonu öneriyoruz.
Örümcek damarlara skleroterapi!
Cildinizin herhangi bir yerine yerleşebilen ve örümceğe benzer görüntüleriyle nedeniyle estetik kaygılara yol açan damarsal oluşumların çoğu ameliyat olmadan yok edilebiliyor. Bunlardan biri de skleroterapi olarak bilinen basit bazı işlemler.
Bu uygulamalarda damarsal oluşumların içine bazı özel maddeler enjekte ediliyor. Bunlar da damarların daralması ve sönmesine, neticede tamamen kapanmasına neden oluyor. Geri kalan artık dokular ise vücut tarafından emilerek temizleniyor. Eğer işin uzmanı bir doktor tarafından uygulanmışsa yi sonuçları olabilen bir uygulama bu.
Tırnak mantarının tedavisi zordur
Tırnaklar, mantar enfeksiyonlarının sık yerleştiği yerlerdir. Tedavide en çok tercih edilen ilaçsa griseofulvin isimli molekül.
Burada dikkat edilmesi gereken özel bir ayrıntı var: Griseofulvin mevcut bir mantarı öldüremez. Dolayısıyla mantarlı tırnağın tamamı yenilenene kadar her gün düzenli alınmalıdır. Bu da el tırnakları için aylar, ayak tırnakları için de en az bir yıl anlamına gelir.
Peki, daha etkili bir ilaç yok mu? Var! Idrokonazol ve terbinafin. İkisi de oldukça etkili ilaçlar ama mutlaka deneyimli bir dermatolog tarafından kullanılmaları gerekiyor.
Paylaş