Bazı sağlık sorunlarının çözümünde bitkisel desteklerden yararlanmak mümkün ama bu iş bilinçli yapılmazsa ciddi problemlere de yol açabiliyor.
Birçok bitkinin toksik (yani zararlı ve zehirleyici etkisi) ve terapötik (yani tedavi edici etkisi) doz aralığı çok dar olabiliyor. Ayrıca eğer bitkisel ilaçlar yeteri kadar ön denetimden geçirilmez, güvenilirlik, saflık, etkinlik, kalite, biyoyararlanım gibi farmakolojik ve klinik araştırmalarla üretimleri denetlenmezse karaciğerden böbreğe, beyinden kalbe birçok organda ciddi hasarlara yol açabiliyor. İşte bu nedenle, doğal sağlığa en çok inanan, şifanın önemli ölçüde doğada gizli olduğuna en çok güvenen hekimlerden biri olmama rağmen, yukarıda saydığım denetimlerden geçirilmemiş yani “ilaç olarak kullanılmasıyla ilgili en ufak detaylar bile dikkate alınmamış” hiçbir bitkisel ürünü kullanmanızı asla tavsiye etmedim, etmiyorum, etmeyeceğim.
DOĞAL=ZARARSIZ DEĞİL!
Son yıllarda “doğaldır o halde zararsızdır” gibi iyimser bir yaklaşımla ya da “kimyasal olan her şey, laboratuvarda üretilen her molekül sağlık için zararlı olmaya adaydır” şeklindeki önyargıyla baş başa kaldık. Bu iki uç değerlendirme nedeniyle de tam bir “bitkisel ürün” bombardımanı başladı. Bazı bitkilerin sağlığa yararlı maddeler içerdiği kesindir ama yine aynı bitkilerin sağlığa zararlı olabilecek maddeler içerdiği de doğrudur. Burada önemli nokta, içindeki o “sağlığa yararlı molekülü” bitkiden ayırıp doze ederek, yan etkileri ve toksik etkileri hakkında yeterli araştırmalar yaparak, sağlığa uygun üretim denetlemelerinden geçirerek ilaç haline getirip tıbbın hizmetine sunmaktır. Deve dikenindeki “silimarin” maddesinin karaciğer hücrelerinin toksik maddelerden arınmasını kolaylaştırdığı ya da sarı kantarondaki “hiperisin” ve “hiperforin” gibi maddelerin antidepresan yararlar sağlayabildiği doğrudur. Kedi otunda bulunan “valepotriat” isimli maddelerin uykusuzluk sorununa destek olabileceği ya da ginkgo bilobadaki “ginkgozitlerin” beyin damarlarında izinsiz kan akışına bağlı hafıza kayıplarını hafifletebileceği de birçok çalışmayla gösterilmiştir. Halen tedavide reçeteli olarak kullandığımız “dijital” ilaçlarının “yüksük otundan” ya da “kanser” tedavisinde kullandığımız “vinblastin ve vinkristin” bir tür çiçekten, gut tedavisinin en başarılı ilaçlarından “kolşisinin” güz çiğdeminden elde edildiği de doğrudur. Ama “bitkisel ilaç” diye pazarlanan ama hiçbir ciddi farmakolojik, farmakokinetik ve farmakoknozik denetimden geçirilmemiş yüzlerce ürünün aktarlarda, vitamin pazarlayıcı dükkânlarda satıldığını da unutmamakta fayda var. Ben, “ilaç güvenliğine sahip olmayan, ilaç üretiminin koşullarına uymayan” bitkisel ürünleri ne kendim kullanırım ne de hastalarıma tavsiye ederim. Özellikle eczaneler dışında satılan bitkisel ürünleri herhangi bir sağlık sorununuzun çözümlenmesi, hafifletilmesi ya da önlenmesi için satın almanızı tavsiye etmem.
Sezaryen sonrası normal doğum mümkün müdür?
Daha önceki doğumu sezaryenle yapmış bir kadında sonraki doğumun normal yolla yapılabilmesi mümkündür. Günümüzde doktorlar, bunun güvenli bir seçenek olabileceğini düşünmekle birlikte her kadında uygulanamayacağını ve bazı riskler taşıdığını kabul etmektedirler. Bu yolu deneyen kadınların yüzde 60-80 kadarı normal doğum yapmayı başarmışlardır. Ancak bu uygulamanın çoğalmasıyla birlikte sorunların da yaşanma oranı arttığından, 1990-2000 arasında ABD’de kadınların yüzde 25’i bu yolu denerken, 2006’da bu oran yüzde 10’lara düşmüştür. Bu nedenle kimlerin sezaryen sonrasındaki doğuma uygun olduğunun iyi belirlenmesi gerekir. Önceki sezaryenden kalan rahimdeki yara izinden yırtılma veya daha nadiren rahim yırtılması ihtimal dahilinde olabilir. Doğum sırasında problem oluştuğunda hemen sezaryene geçilebilecek bir merkezde doğum yapılmalıdır, bu vakalarda enfeksiyon riski de daha fazladır. Ayrıca; * Önceki sezaryende bebeğin çıkarılması için rahim alt kısmından yanlamasına açılmışsa veya sezaryenden daha önce de normal doğum yapılmışsa başarı oranı yükselir. * Önceki sezaryende rahim diklemesine kesilerek açılmışsa veya birden fazla sezaryen geçirilmişse doğumda sorunlar artabilir. * Suni sancı verilmesi gündeme gelirse başarı oranı azalır. * Önceki gebelikte sezaryene sebep olan durumun mevcut gebelikte de devam etmesi halinde tekrar sezaryen daha doğru olacaktır. Doğum yapacak kadınların normal doğumu sezaryene tercih etmesinin sebepleri ameliyata bağlı sorunların yaşanmaması, hastanede daha kısa süre yatmak, enfeksiyon riskinin azalması, daha az kan kaybı olarak söylenebilir. Ancak hiçbir doğum şekli risksiz değildir. Sezaryen sonrası doğum şekli belirlenirken doktorunuzla riskleri ve faydalarını enine boyuna tartışarak karar vermelisiniz. DR. ERHAN CANKAT
Gülmek, her şeye iyi gelir!
Uzmanlar, günde 10-15 dakika gülmenin 10-40 kalori harcattığını (yaklaşık bir kare çikolata), bunun da yılda 2 kg. kayıp demek olduğunu bildiriyorlar.
Çocukluk çağında astım ve alerji riskini azaltmada besinlerin rolü var mıdır?
Domates ve patlıcan gibi meyvesi yenen sebzeler ile balık, çocuklarda astım ve alerji riskini azaltıyor. Altı yıl boyunca 460 çocuk üzerinde yapılan bir araştırma sonucunda domates, patlıcan, salatalık, yeşil fasulye gibi sebzelerin günde 40 g, uskumru, sardalye, somon gibi balıkların günde 60 g tüketilmesiyle astım ve alerji sıklığında azalma gözlenmiştir. Bu gıdaların koruyucu etkileri henüz tam olarak açıklanamamış olmakla birlikte astıma ve alerjiye bağlı yangı (enflamasyon) tablosunu hafiflettikleri düşünülmektedir.
Birlikten güç doğar!
İki ayrı klinik çalışmada, grup halinde egzersiz yapmanın, yalnız yapmaya göre eklem ağrılarına ve tutukluğuna daha iyi geldiği saptanmıştır. Özellikle de meyve, sebze, balık ve tekli doymamış yağ asitleri içeren dengeli bir beslenme protokolü izleyen hastaların, birlikte fizik aktivite yaptıklarında yakınmalarının azaldığı gözlenmiştir.
Çocuğunuzun daha çok hareket etmesini istiyorsanız
* Yemeklerden sonra birlikte kısa yürüyüşlere çıkın. * Sevdiği müzik eşliğinde onunla dans edin. * Fiziksel aktiviteyi günlük rutin işlerin içine yerleştirin. (Alışverişe yürüyerek gitmek, sabah ekmek ya da gazete almak gibi.) * Varsa köpeğinizi birlikte gezdirin ve bunu düzenli (hem de eğlenceli ve çekici) bir alışkanlık haline getirin. * Alışveriş sırasında yardım etmesine izin verin, bazı paketleri ona taşıtın. * Onunla birlikte çeşitli oyunlar keşfedin ve oynayın. * Birlikte bisiklete binin. * İp, top, frizbi, paten ve kızak gibi çeşitli araçlardan yararlanın. * Bahçe işlerine katılımını sağlayın. Örneğin yaprakları süpürmesini ya da çiçekleri sulamasını önerin. * Okulda beden eğitimi derslerine düzenli olarak katılmasını sağlayın. Takım sporları konusunda cesaretlendirin. DR. EVREN ALTINEL
Lupus hastalığı tehlikeli mi?
Bağışıklık sisteminin bozulmasından kaynaklanan bir hastalık olan Sistemik Lupus Eritematodes, yani lupus hastalığının değişik ağırlıkta formları var. Hastalığın erken teşhis edilmesi halinde kontrol altına alınması her zaman mümkün. Cilt döküntüleri, eklem, kas ağrıları, yorgunluk, karaciğer, böbrekler, hatta akciğerlerde organ hasarları, eklem problemleri ve daha birçok belirtileri olan bu hastalığın çok hafif seyirli tipleri de var, çok ağır ve hızlı ilerleyenleri de. Konu öncelikle romatoloji uzmanlarını ilgilendiriyor. Erken müdahale edildiği takdirde tedavide mükemmel sonuçlar alınabiliyor. Önemli olan doğru teşhisin erken dönemde konulabilmesi. DR. EVREN ALTINEL
Y kromozomu bir hata mı?
Giderek güncelleşen erkek güçsüzlüğünün arkasında yalnızca hormonal değil, genetik, yani kromozomal nedenler de var. Erkeği erkek yapan (!) Y kromozomu, güçsüz bir kromozom. Taşıdığı gen sayısı X kromozomuna oranla oldukça az. Yani Y kromozomu X kromozomuna göre daha zayıf ve donanımsız. Hatta daha çok hasta olmaya eğilimli, hatta hastalıklı bir kromozom. Erkeklerin dünyaya kadınlardan daha erken veda etmelerinin arkasında biraz da bu genetik şanssızlık durumu etkili olmalı diye düşünmekte fayda var. Bazı fütüristleri dinleyecek olursanız, Y kromozomun geleceği de pek parlak değil. Bu kromozomun son kullanma tarihinin donmak üzere olduğunu ileri sürenler bile var!