Tokluk şekeri açlık kadar önemli

Özellikle ailenizde şeker hastası, kalp damar hastalıklarına bağlı kalp krizleri ve ani ölümler söz konusuysa, felç ya da geçici beyin istemisi atakları yaşayanlar olmuşsa, tokluk şekerine dikkat. Çünkü tokluk şekeri yüksekliği bu hastalıklarda riskinizi kat be kat arttırıyor

Farklı merkezlerde yapılan incelemeler hep aynı noktayı işaret ediyor: Kırk yaş üzerinde herkesin altı aylık aralıklarla yalnız açlık şekerini değil tokluk şekerini de kontrol ettirmesi şart! Zaman veya imkân bulamayanların bu işi bir yıldan fazla uzatmamaları lazım. Özellikle ailenizde şeker hastası, kalp damar hastalıklarına bağlı kalp krizleri ve ani ölümler söz konusuysa felç ya da geçici beyin istemisi atakları yaşayanlar olmuşsa bu konuyu ciddiye almanızı öneririm. Çünkü tokluk şekeri yüksekliği bu hastalıklarda riskinizi kat be kat artırıyor. “Benim şekerim yok, açlık şekerim normal, tokluk şekerim azıcık yüksek” filan demeyin, “Bana bir şey olmaz!” deyip kafanızı kuma gömmeyin. Tokluk şekeriniz çok az yüksek bile olsa bile bu durumu önemseyin. Tokluk şekeri yüksekliği en az kolesterol yüksekliği veya aşikar şeker hastalığı kadar önemli bir risk faktörü. Özellikle damar sağlığı söz konusu olduğunda bu noktanın altı ısrarla çiziliyor. Eğer böyle bir sorununuz varsa daha sık ve düzenli egzersiz yapın, daha az kalori tüketin. Şekeri, unu, alkolü, nişastayı azaltıp bel çevrenizi küçültün. Prensip olarak bel çevreniz boyunuzun yarısını geçmesin. En iyi şartlarda erkekseniz 100, kadınsanız 88 cm.’yi aşmasın.

DÜZENLİ ÖLÇÜM YAPTIRIN

Benim önerim, tokluk şekeriniz yüksekse HDL-LDL kolesterol, trigliserid ve ürik asit seviyelerini de sık sık kontrol ettirmeniz. Tokluk şekeri yüksek olanların çoğunda iyi kolesterol (HDL) düşüyor, trigliserid yükseliyor. Sık görülmese de bu kişilerde ürik asit fazlalığına, LDL (kötü kolesterol) kolesterol yüksekliğine beklenenden daha sık rastlanıyor. Bu sorunlar için de uyanık olun. Tokluk şekeri yüksek olanların hipertansiyona yakalanma ihtimali de daha yüksek. Bu nedenle kan basıncınızı da zaman zaman ölçüp (en azından üç aylık aralıklarla) 130/85 mm/Hg.den düşük olup olmadığını takip etmeniz gerekiyor.
Ayrıca tokluk şekeriniz yüksekse hemen bir ilaca başlamak zorunda da değilsiniz. Her gün en az yarım saatten az olmamak kaydıyla tempolu bir yürüyüş yapmanız, fazla kilolarınızı verip sağlıklı bir kilo aralığına inmeniz, bel çevrenizi yukarıda belirttiğimiz rakamların altına düşürmeniz, sık ve az yiyip un şeker nişastayı sofralarınızdan uzaklaştırmanız problemi ilaç kullanmadan da çözmenizi sağlayabiliyor. Yani sorunu ilaçsız çözmek de mümkün olabiliyor.
Son bir hatırlatma daha: Kardiyologlara göre hiçbir kalp şikâyeti olmamasına rağmen kalp krizi geçirenler ya da koroner damarlarında ciddi daralma ve tıkanma saptananların önemli bir kısmı gizli şeker hastalarıdır. Tokluk şekeriniz yüksekse daha sık balık yiyin ve/veya omega-3 desteği alın. Omega-3 yağları özellikle EPA kanınızı incelterek damarlarınızda pıhtı ve/veya plak oluşumunu geciktirecektir.

Sık aft çıkaranlar bazı besinlerden uzak durmalı

Büyük bir olasılıkla sizin de geçmişte ağzınızın içi, damağınız, yanağınız ya da dilinizin üstünde o beyaz renkli son derece ağrılı lezyonlardan biri çıkmıştır. Araştırmalar tıp dilinde ‘aft’ diye tanımladığımız bu lezyonların her beş kişiden birinde görüldüğünü özellikle çocuk, genç ve kadınlarda daha sık rastlandığını gösteriyor. Sık tekrarladığında hem can yaktığı hem de başka bir hastalığa işaret ettiği gibi kuşkulara yol açtığı için aft konusu bize yöneltilen soruların ilk sıralarında yer alıyor. Hemen belirtelim ki, birkaç ciddi hastalık dışında (örneğin Behçet hastalığı) bu yaralar ciddi bir hastalığa işaret etmez. Stresli dönemlerde seyahatlerde beslenme bozuklukları halinde beslenme tarzının değiştiği durumlarda yorgun ve uykusuz kaldığınız zamanlarda ya da alerjik eğilim hallerinde aftlar daha sık görülüyor. Bu yaraların zannedildiği gibi belirli bir vitamin ya da mineralin eksikliğinden kaynaklanması da pek söz konusu değil. Bununla birlikte aft sorunu olanlarda bir defaya mahsus olmak üzere kanda B12 ve folik asit değerlerine bakmakta fayda var. Prensip olarak aftla ilişkili olduğu düşünülen ciddi bir besin de mevcut değil ama çoğu beslenme uzmanı fındık ceviz gibi kuruyemişlerin çikolata ve kahvenin buğday çavdar arpa gibi glutenden zengin yiyeceklerin aftla ilişkili olabileceğini düşünür. Sık sık aft çıkaran biriyseniz bu yiyeceklerden belirli bir süre uzak durmayı deneyebilirsiniz. Bu lezyonların kesin bir tedavisi yoktur ama eczanelerde bu lezyonların oluşturduğu şikâyetleri azaltabileceği ürünler bulunabiliyor.

Tomografik anjiyo her durumda yapılmaz

Risksiz ve kolay uygulanabilen bir teşhis yöntemi olduğu için son yıllarda popüler bir tarama testi haline gelen tomografik anjiyoyu sağlık sorunu olmayan birinin “Acaba bende de kalp sorunu olabilir mi?” diye yaptırması gerekir mi? bu sorunun yanıtı bence güçlü bir “Hayır!” Çünkü yöntem risksiz ve kolay uygulanabilir olsa da çok yüksek oranda radyasyon yüklediğinden uzun vadede ciddi sorunlara yol açabilir. Ayrıca ucuz bir test değildir. Özel sağlık sigortalarının çoğu bu test ile ilgili masrafları karşılamaktan kaçınmaktadır. Bu nedenle tomografik anjiyonun herkese yapılması yerine, öncelikle göğüs ağrısı olmasına rağmen efor testi negatif olanlara klasik anjiyodan hemen önce uygulanması düşünülebilir. Ya da göğüs ağrısı olmadığı halde rutin taramalarda efor testi pozitif bulunan hastalarda da tomografik anjiyodan faydalanmak düşünülebilir.
Sadece merak amacıyla ya da anlamsız kuşkular nedeniyle sağlıklı herkesin bu incelemeden geçmesini önermiyoruz.

Haşimato hastalığının belirtileri

Tiroid hastalıklarının en sık görülenlerinden biri de olsa bu can sıkıcı tiroid bezi iltihaplanmasının neden ortaya çıktığı, hangi nedenlerle tetiklendiğini henüz tam olarak bilmiyoruz. İlk kez Japon Doktor Hakaru Haşimoto tarafından tanımlanan bu hastalığın bağışıklık sistemi ile ilgili bir arızadan kaynaklandığı kesin olsa da bağışıklık sisteminin tiroid dokusunda tahribe yol açan bazı maddeler üretmeye başlamasının nedeni hala gösterilebilmiş değil. İmmun hastalıklara eğilimli olanlar başka bağışıklık hastalıklarından yakınanlar ya da ailesinde bu tür hastalıkların sık görüldüğü kişiler haşimato açısından daha riskliler. Ailesinde haşimato hastalığı olanlarda hastalığa yakalanma riski daha yüksek oluyor. Kısacası şu veya bu nedenle yanlış işlemeye başlayan bağışıklık yanıtları nedeniyle vücut kendi tiroid dokusuna savaş açıyor ve onu tahrip etmeye başlıyor. Stresin, üzüntünün, ağır depresyonun, endişeli korkulu dönemlerin, beklenmedik gelişmelerin, doğumların ve daha pek çok bedensel ve ruhsal travmanın Haşimato hastalığını tetiklemesi mümkün. Hastalık herkeste görülse de orta yaşlılarda ve kadınlarda daha sık rastlanıyor. Bu nedenle özellikle 35’inden sonra ortaya çıkan yorgunluk, halsizlik, kas eklem ağrıları, uyuşukluk ve uyku hali, depresif ruhsal değişimler, cilt kuruluğu, saç ve tırnakta kuruma ve dökülmeler, kansızlık, kabızlık, kolay kilo alıp zor kilo vermek gibi yakınmalarda bu hastalığı hatırlamakta fayda var.
Yazarın Tüm Yazıları