Tansiyon ilacı kullananlar

Eğer bir gün doktorumuz “Artık hipertansiyon ilacı kullanmanızın zamanı geldi!” derse, bundan pek hoşlanmayız. Çünkü çoğumuzun aklında tansiyon ilaçlarının ciddi yan etkilerinin olabileceği takıntısı vardır.

Haksız da sayılmayız! Hipertansiyon tedavisinde kullanılan ilaçların çoğu eğer bilinçli kullanılmazlarsa ciddi sonuçlara sebep olabiliyor. Kimi potasyum kaybı nedeniyle halsizliğe, kimi karaciğer ya da böbrek fonksiyonlarında bozulmaya, kimi solunum güçlüğüne yol açıyor. Özellikle erkekleri -doğal olarak- pek korkutan “cinsel güç kaybı” tansiyon ilaçlarının çoğunda görülebilen bir yan etki...
Ayrıca baş dönmesine, şişmeye, uyku hali ya da uykusuzluğa, aşırı nabız düşmesi nedeniyle dengesizlik ve halsizliğe yol açan tansiyon ilaçları da var. Ancak çoğu hastada yalnızca “diyet önlemleri+egzersiz+stres ile mücadele” yeterli olmayabiliyor. Yani, bazen bu ilaçlardan faydalanmak, hatta onları “ömür boyu” kullanmak zorunlu hale gelebiliyor.
Hipertansiyon ilacı kullanırken şu noktalara dikkat edin:
1) Size en uygun ilaç veya ilaçların belirlenmesi için doktorunuza zaman tanıyın. Aceleci olmayın. İlaç ve doz değişimi konusunda doktorunuzu rahat bırakın.
2) İlaç kullanırken de tuzu az tüketin. Uykunuzu önemseyin. Kilo verin, almayın. Stresten uzak kalmaya çalışın. Aktif bir hayat sürün, mesela her gün ya da gün aşırı 30-45 dakika yürüyün.
3) Kan basıncınızı en az haftada 3-4 kere ölçüp not edin. Evde ölçüm yapabileceğiniz bir cihaz edinin. Doğru ölçüm yapmayı öğrenin.
4) İlaçlarınızı zamanında ve belirtilen dozlarda alın.
5) Herhangi bir beklenmedik etkiyle karşılaştığınızda doktorunuzdan yardım isteyin.
6) Başka bir nedenle ilaç kullanmak zorunda kalırsanız, kullanmakta olduğunuz tansiyon ilaçlarını doktorunuza söylemeyi ihmal etmeyin. Tansiyonu etkileyen ilaçlardan uzak durmanız gerektiğini hatırlatın.

Kahve mi, çay mı?

Kafanızın çok karıştığının farkındayız. “Sağlığa zararlı” olduğu uyarısını aldığınız bir besinin, kısa süre sonra şu veya bu organa faydalı olabileceğini okuyor ve ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz. Kahve/çay tüketimi de bunlardan biri...
Kahve, içerdiği fazla miktardaki kafein nedeniyle sağlığa zararlı içecekler listesinde yer alabilir. Ancak insan bedeni her 1 kilogram ağırlığı için 3-5 miligram kafeini tolere edebilir. Söz gelimi, 60-70 kilo civarındaysanız, günde 1-2 kahve ile alacağınız kafein çok önemli sorun yaratmaz ama biraz çikolatadan, biraz çaydan, biraz kahveden azıcık da kolalı içeceklerden kafein kazanmaya başlarsanız işler karışır.
Kahvede sağlığa zarar verebilen kafeinin yanı sıra yararlı olabilen polifenoller de var. Eğer makul miktarda kahve içerseniz, bu polifenoller kalp sağlığından belleğinize birçok sistem ve organda güçlü bir antioksidan destek sağlar. Önemli olan miktardır.
Ayrıca aynı antioksidanların, içinde kafein bulunmayan üzüm suyunda, böğürtlen suyunda ya da elma suyunda da bulunabileceğini hatırlatalım.
Kısacası, antioksidan kazanmak için kahve içmeye gerek yok. Fazla miktarda içmiyorsanız, bir fincan kahvedeki 50-100 mg kafeinden öcü gibi korkmanıza da sebep yok.
Çaya gelince... Çaydaki kafein miktarı kahveden çok daha azdır. Bir bardak yeşil çayda 20 mg, siyah çayda 40 mg kafein var. Çayın antioksidan gücü ise kahveden çok daha yüksek. Özellikle yeşil çay kateşinlerle doludur. Bir bardak yeşil çay bir kapsül antioksidana denk geliyor diyebiliriz.
Sonuç olarak bu sorunun cevabını çay kahveden daha faydalı ve daha az zararlıdır diye yanıtlayabiliriz.

Vücudunuz su topluyorsa

Vücudun fazla miktarda su toplaması, özellikle kadınlarda sık görülen bir yakınmadır. Çoğu zaman masum yani herhangi bir hastalığa bağlı olmayan geçici su toplanmaları vücut ağırlığında ciddi değişimlere yol açabilmekte, ayrıca gerginlik, şişkinlik gibi yakınmalara da neden olmaktadır.
Eğer altta yatan herhangi bir sağlık sorunu yoksa, sıvı birikimini doğru bir diyet ve düzenli egzersizle önemli ölçüde azaltmak mümkün. Bu şişkinlik böbrek ya da karaciğer bozukluğu veya kalp hastalığı gibi nedenlere bağlı değilse aşağıdaki öneriler işe yarayabilir:
- Tuz ve tuzlu yiyeceklerden kaçının.
- Bol bol su ve bitki çayı için. Yeşil çayı daha sık tüketin.
- Nişastalı karbonhidratları (pirinç ve patates gibi) mümkün olduğu kadar azaltın.
- Meyve ve sebze tüketiminizi artırın.
- Yiyecek planlarınızda maydanoz, karahindiba, kuşkonmaz, enginar, su teresi ve kavuna daha çok yer verin.
Eğer “Su kaybettirici bir beslenme planını nasıl yaparım?” diye merak ediyorsanız, kahvaltıda taze meyveler (örneğin kavun) eklenmiş az yağlı yoğurt veya yağsız sütle hazırlanmış yulaf kepeğini, öğle yemeğinde bol maydanozla hazırlanmış salata, kuşkonmaz çorbası, zeytinyağlı kereviz veya enginarı, akşam yemeğinde de sarımsak ve limon eklenmiş fırında tavuk, buharda haşlanmış brokoli ve orta boy bir elmayı düşünebilirsiniz.
Dr. Evren ALTINEL

A... Bey ‘in başına gelenler

A... Bey, 15 gün kadar önce sağ kasığında şiddetli bir ağrı hissetmeye başlamış. Birkaç gün ağrı kesici kullanmış ama ağrıda herhangi bir azalma olmamış. Bunun üzerine kasık fıtığı olabileceğini düşünerek bir genel cerraha müracaat etmiş.
Genel cerrah, muayene sırasında fıtıkla ilişkili bir bulgu saptamayınca radyolojik inceleme istemiş ve sağ kalça kemiğinde “osteoartrit” bulunduğunu ve ağrılarının bu sorundan kaynaklandığını açıklamış. Kilo vermesini, düzenli olarak egzersiz yapmasını ve bir süre glikozamin-kondroitin karışımı kullanmasını önermiş.
A... Bey, üç hafta sonra ağrılarının geçtiğini belirtiyor.
Romatizma deyince çoğumuzun aklına diz ve parmak eklemlerimizde meydana gelen sorunlar gelir. Oysa kalça eklemlerinde de romatizmal sorunlar sık görülür ve çok önem taşır.
Özellikle zamanında önlem alınmadığında hareket etmeyi güçleştirecek hale gelebilen ve ağrılar nedeniyle kişinin hayat kalitesini bir hayli düşüren bu önemli sorun karşısında uyanık olmanızı öneriyoruz.
Bilhassa merdiven çıkarken, inerken ve gece istirahatta kalça ağrılarından yakınıyorsanız, bir uzmanla görüşmekte geç kalmayın.

Hayvan sevgisi tedavi ediyor

Bizi güçlü tutan şeylerin başında toplumsal bağlarımız geliyor. Ne var ki yeni hayat hiç durmadan bu bağları birer birer koparıyor. Büyük aileler küçülüyor, akrabalıklar, hemşeri ilişkileri, hatta dostluklar eski lezzetini yavaş yavaş kaybetmeye başlıyor. Sonuç doğal olarak önlenemez bir “yalnızlaşma” oluyor. Yalnızlaşma geleceğe yönelik endişeleri, korkuları artırıyor. Sevgi ve hoşgörüyü azaltıyor.
Diğer taraftan yeni hayatın dayattığı “daha çoğuna sahip olma kültürü” bizi daha çok yarışmacı olmaya, acımasızlığa, hırçınlığa yöneltiyor. Sonuçta sevgi, duygu gibi sözcüklerin hem anlamları azalıyor hem de kullanılma sıklıkları düşüyor.
Belki de bu nedenle bütün dünyada hayvan sevgisi korkunç bir hızla yaygınlaşıyor. Bilimsel araştırmalar da hayvan sevgisinin sağlığı koruyucu ve iyileştirici etkilerinin olduğunu gösteriyor.
Literatüre şöyle bir baktığınızda neler var neler! Mesela bir araştırmada hayvanlarla meşgul olmanın belleği güçlendirdiği, bellek kaybını yavaşlattığını gösteren bulgular saptanmış. Bir başka araştırma, hayvan besleyenlerde depresyonun daha az görüldüğünü, duygu durum bozukluklarına daha seyrek rastlandığını ortaya koymuş.
Hayvan beslemek kilo yönetimini de kolaylaştırıyor! Çünkü her gün onlarla yürümek, onları dışarı çıkarıp dolaştırmak gerekiyor.
Bir onkolog arkadaşım, hayvan sevgisinin kanserli hastalarda kemoterapinin etkinliğini artırdığını söylediğinde çok şaşırmıştım. Hayvan severler daha az uyku bozukluğu çekiyormuş. Hayvan besleyenlerde bağışıklık sistemi daha güçlü bulunmuş. Denge bozuklukları, eklem hastalıkları daha geç ortaya çıkıyormuş.
Öyle görünüyor ki geleceğin doğal ilaçlarından biri de hayatın bu güzel unsurları olacak. Hayvan severlere ve sevme konusunda kararsızlık yaşayanlara duyurulur!

Hipotiroidi romatizma yapar mı?

Hipotiroidi (tiroid bezi tembelliği) özel tipte bir romatizma yapmıyor ama tiroit bezi iyi çalışmayanlarda eklem ve kas problemleri daha sık görülüyor. Yalnız ciddi hipotirodisi olanlarda değil, hafif hipotiroidisi olanlarda bile eklem ve kas ağrılarına (özellikle kas ağrılarına) sık rastlanabiliyor.
Başlangıçta kas ağrıları, halsizlik, eklem ağrıları, el bileklerinde karpal tünel sendromu, el ve ayaklardaki küçük eklemlerde şişmeler ile başlayan eklem-kas şikâyetleri bir süre sonra iyice şiddetlenip eklem ağrıları ve sertliğine hatta hareket kısıtlanmasına neden olabiliyor.
Bu duruma bilhassa uzun süre gözden kaçmış hipotiroidili hastalarda sık rastlanıyor. Bu nedenle nedeni belirlenemeyen eklem ve kas ağrılarında tiroit bezi fonksiyonlarını gözden geçirmek yararlı.

Hormonlu ve katkılı gıdalara dikkat!

Hormonlar, antibiyotikler ve diğer kimyasallarla kirlenmiş besinlerin sayısı artıyor. Başlangıçta bu durum sebzeler ve meyveler için söz konusuydu. Şimdi süt ürünlerinde, ette ve daha birçok besinde bu tehlike var.
Üretim aşamalarında eklenen katkılar yetmiyormuş gibi, ambalajlar da bazen tehdit haline gelebiliyor. Plastik ve alüminyum kaplı ambalajlar sağlık uzmanları tarafından yeteri kadar güvenli bulunmuyor.
Henüz kesinlik kazanmadı ama vücutta biriken alüminyumun beyinde çoğalması halinde bellek problemlerine yol açabileceğine ilişkin kuşkular artıyor.
İşte bu durum, hormonsuz antibiyotiklerden ve böcek öldürücülerden uzak, kimyasalların bulaşmadığı, doğal şartlarda yetiştirilmiş yiyecek ve içeceklere ilgiyi artırıyor.
İşin kötü yanı, bu şekilde üretilen ürünlerin yani organik besinlerin diğerlerinden daha pahalı olması. Organik yiyecekleri ekonomik durumu biraz daha iyi olanlar tüketebiliyor. Belki de bu nedenle, organik besinlerin en fazla satıldığı ülkeler Almanya, Avusturya gibi gelir düzeyi yüksek ülkelerdir.
Siz yine de imkanlarınız ölçüsünde, üretim koşulları ve şartlarından emin olduğunuz besinleri mümkün olduğu kadar dikkatle seçip alarak ve taze olarak tüketmeye çalışın. Olanağınız varsa, organik damgalı ürünlerden faydalanmaya bakın.
Yazarın Tüm Yazıları