Paylaş
RESMİ rakamlara bakılırsa, “kilo sorunu” ve onun beklenen sonucu “şeker hastalığı” tehdidi büyüyor. İstatistiklere göre, yaklaşık her on yetişkinden biri gizli ya da açık şeker hastası. Dahası, eğer beslenme tarzımızı değiştirmez, yanlışlarımızı yeni yanlışlarla büyütmeye devam edersek ve eğer hareketsizlik–aktivite azlığı problemimizi çözmenin bir yolunu bulamazsak, önümüzdeki 20 yıl içinde şeker hastalarının sayısı 3 kat daha artacak. Endişemin nedeni şu: Geçtiğimiz 30 yılda da aynı değişimler oldu. Seksenli yıllarda erişkin nüfusun ancak % 3’ünde şeker hastalığı görülürken, rakam şimdi üçe katlanmış durumda; yeni rakam şu anda %10’ları geçiyor. Eğer gerekli tedbirleri almazsak, yeni bir “üçe katlanma” durumu daha yaşamamız işten bile değil.
HATALAR NEREDE BAŞLIYOR?
Peki, ne oldu da sorun bu kadar büyüdü, büyümeye de devam ediyor? Ne oldu da diyabet toplumsal bir tehdide dönüşüyor?
Kötü gidişin 2 nedeni var. Birincisi, beslenme modelimizin değişmesi. Son yıllarda geleneksel beslenme modelimiz (maalesef) altüst olmuş, yüzlerce yıllık yapısından uzaklaşmıştır. Halkımız altmışlı yıllardan sonra, daha önceden hiç tanışmadığı besinlerle tanışmaya başlamıştır. Kolalı, asitli, meyve aromalı meşrubatlar, enerji içecekleri, fastfood besinler, hazır yiyecekler (çorbalar, pizzalar) geçtiğimiz 30 yılın dayattığı kötü beslenme alışkanlıkları olmuştur. Hamburgerler, çizburgerler, salamlar, sosislerle, gofret, cips, browni ve jel kıvamında tatlılarla da son 30 yılda tanıştığımızı unutmayalım. Farkında mısınız bilmiyorum ama son 10 yılda dünya pizza zincirlerinin en çok yatırım yaptığı ülkelerden biriyiz! Büyük şehirlerde, her köşe başında uluslar arası bir kafe zincirinin şubesi var ve vitrinleri şekerli, çikolatalı, yağlı, tıka basa un yüklü, kalori bombası “tadı hoş içi boş” yiyeceklerle dolu.
SON HATA, HAREKETSİZLİK
İkinci hatamız da şu oldu: Son yıllarda ihtiyacımızdan fazla kalori tüketmek, daha fazla şeker, un, nişasta yağ bombası yiyecekler yiyip içmenin yanında, sağlıksız, kötü, arızalı besinlere de –üstelik çoğu bizim geleneksel besinlerimiz değil- fazlaca itibar etmek. Yaşadığımız (ve yaşayacağımız) kilo artışı ve diyabet tehdidinin bir nedeni de işte bu kötü besinlerdir.
Tabii ki, bu listeye üçüncü olarak eskiye oranla daha az hareket etmemizi, şehirde yaşayan tembel ve oturan (!) bir topluma dönüşmemizi de eklememiz lazım.
Gizli şeker nasıl anlaşılır?
SORUNU gizli şeker aşamasında teşhis etmekse zannedildiği kadar zor bir şey değil. Gizli şekerden kuşkulanıldığında, kişinin 8-10 saat açlıktan sonra kan şekerine bakmak ve yemekten sonraki ikinci saatte tokluk kan şekerini kontrol etmek her zaman yeterli oluyor. Bildiğiniz gibi açlık şekeri 125’in, tokluk şekeri 200’ün üzerindeyse, bu bulgular şeker hastalığının mevcudiyetini gösteriyor. Sağlıklı bir kişide açlık şekerinin 100’den, tokluk şekerinin 140’tan az olması arzulanıyor. Açlık şekerinin 100-125, tokluk şekerinin 140-200 aralığında olduğu durumlardaysa gizli şekerden bahsediliyor.
Yüzde 50 başarı şansı
Eğer 8-10 saatlik açlıktan sonra yapılan kan şekeri değerlendirmesinde açlık şekeriniz 100-120 aralığındaysa, bu duruma “açlık şekeri bozukluğu”, yemekten iki saat sonra yapılan değerlendirmede tokluk şekeri 140-200 aralığındaysa “tokluk şekeri toleransında bozukluk” deyimleri kullanılıyor. Şeker hastalığını işte bu dönemde yakalamak çok ama çok önemli. Çünkü o dönemde alınacak önlemler, yapılacak kalıcı yaşam tarzı değişiklikleri hastaların en az yarısında diyabetin çıkmasına engel olabiliyor. Eğer bu mücadeleyi “yaşam tarzı değişiklikleri+ilaç tedavisi” şeklinde uygulayabilirsek başarı oranı %90’ları bulabiliyor.
Bir önlem daha var
GİZLİ şekerden daha da önceki dönem “insülin direnci, reaktif hipoglisemi ve göbeklenme” aşamasıdır. Sorunu gizli şeker aşamasından önce de yakalayabilmek mümkündür. Bunun için yapacağınız şey, kan şekeri değerleriyle yetinmeyip, açlık ve tokluk insülinlerini de araştırmaktır. Çünkü bu aşamada açlık şekeri normal ya da 100-125 aralığındayken, tokluk şekeri yüksek olacağı yerde, açlık şekerinin altına bile düşebiliyor. Yani yemek sonrası hipogliseminin söz konusu olduğu bir dönem var. Bu dönemi doğru değerlendirmenin yolu da kanda şeker ve insülin ilişkisini birlikte incelemekten geçiyor. Eğer açlık insülini 10’dan (ideali 5’in altıdır), tokluk insülini 40’tan (ideali 30’un altıdır) yüksekse bir “insülin direnci” durumu olduğu anlaşılır. Ve bu kişilerde tokluk şekeri yüksek olacağı yerde açlık değerinin bile altına düşer (tokluk hipoglisemisi/reaktif hipoglisemi denilen durum).
Peki çözüm yok mu? Var, hem de bilimsel...
KISACASI, mevcut verilere göre “obezite” ve “diyabet tehdidi” her gün biraz daha büyüyecek. Bu tehdidi erken teşhis etmenin, daha da önemlisi önlemenin yolunu bulmak zorundayız. Çünkü daha çok şeker hastası ve obez ya da fazla kilolu insan, daha çok damar hastası anlamına da geliyor. Daha çok kalp-damar hastası, kalp kriziyle kaybedilen insan, daha çok beyin damar hastası, felç geçiren vatandaş, daha çok göz damar hastası, görme kaybına uğrayan kişi, daha çok böbrek damar hastası, böbrek yetmezliği hastası anlamına geliyor. Peki, yok mu bu işin çözümü? Var! Hem de bilimsel olarak kanıtlanmış bir çözüm bu...
Erken teşhis önemli
Çözüm şu: Dünyanın birbirinden uzak köşelerinde yapılan benzer çalışmalar, yetişkin tipi şeker hastalığının daha gizli şeker aşamasındayken, hatta tokluk hipoglisemisi veya kilo fazlalığı/şişmanlık dönemindeyken teşhis edilebileceğini ve alınacak önlemlerle diyabetin ortaya çıkmasının engellenebileceğini ya da en azından geciktirilebileceğini gösteriyor. İşte bu nedenle problemi daha gizli şeker aşamasındayken yakalayıp çözmemiz lazım. Çünkü gizli şekerden şeker hastalığına giden yolculuk ortalama 10 yıl sürüyor. Ayrıca bu dönemde de şeker hastalığı dönemindekine benzer göz, böbrek, kalp, beyin tahribatı başlayabiliyor.
Doğru beslen doğru yaşa
ANLATMAK istediğim şey şu: Eğer bir şekilde karşı karşıya kaldığımız ve adına “batı tipi beslenme” denilen bu beslenme modelini değiştirmeyi başaramazsak, insülin direnci ve reaktif hipoglisemiye yakalananların da bu nedenle girdiği obezite yolculuğuna çıkanların da, gizli şekerlilerin de, şeker hastalığına yakalananların da ve dahası kalp, beyin, göz damarları daralıp tıkananlar ve kanayanların sayısı da maalesef müthiş bir hızla artmaya devam edecek. Bu soruna bir an önce çare bulmamız, yiyip içtiklerimizi gözden geçirip fiziksel aktivitemizi düzenli ve kalıcı bir şekilde arttırmamızın bir yolunu bulmamız gerekiyor. Bu çözüm bizim için ama her şeyden önce çocuklarımız için yaşamsal bir önem arz ediyor.
Paylaş