Paylaş
Sorun hep gündemdeydi, herkes meseleyi zaten biliyordu. Biliyordu ama nedense yine herkes birkaç gün öncesine kadar inatla susuyor, hatta tabiri caizse kılını bile kıpırdatmıyordu. Şimdi, bugün, şu an itibarıyla bu yaklaşımın değişeceğini gösteren önemli bir kulis haberini paylaşmak istiyorum. Çok değil, 2-3 gün önce konu ile ilgili sevindirici ve önemli bir bilgiye ulaştım. O bilgiyi de keyif ve umutla önce sağlık çalışanları kardeşlerim sonra da siz okuyucularımla paylaşmayı arzuladım. Bilgi şu...
İYİ HABER
İKİ BAKAN SORUNA EL KOYDU
ÖNCE yeni Adalet Bakanımız Bekir Bozdağ’a güçlü bir teşekkür borcumuz var. Anında ve süratle yerine getirelim. Sayın Bozdağ sağlıkta şiddete “Dur!” demeye kararlı. Bunu da net ve açık olarak ifade ediyor. Sayın Bozdağ, Sağlık Bakanımız Fahrettin Koca ile birkaç gün önce önemli bir toplantı yaptı. Toplantının konusu da “sağlıkta şiddetin önlenmesi” meselesi idi. Görüşmenin sonunda her iki bakanlıkta oluşturulacak çalışma gruplarıyla “sağlıkta şiddeti durdurabilecek yasal düzenlemelerin süratle yapılmasına” karar verildi. Her iki bakanlık yetkilileri birlikte çalışarak bu terbiyesiz ve haksız/hayasız şiddeti durdurabilecek ağır ve caydırıcı yasal düzenlemeler üzerinde çalışmalar yapacaklar. Bu çalışmaların sonuçlarının da TBMM’de süratle kanunlaştırılarak uygulamaya geçirilmesi konusunda çaba gösterecekler. Umalım ki bu önemli caydırıcı yasal tedbirler bir an önce çıkarılsın ve sağlık ordumuz rahat bir nefes alsın.
BİR UYARI
SAĞLIKÇI GÖÇÜ ACİLEN DURMALI
SAĞLIK çalışanlarının, özellikle de doktorların mesleki geleceklerini yurtdışında arama telaşına girmeleri son birkaç yılın -bana göre- en önemli ve üzücü gelişmelerinden biridir. Ve bu tatsız gidişe bir an önce “Dur!” demenin vakti çoktan gelmiş, geçmek üzeredir. Unutmayalım ki mükemmel eğitimli ve tecrübeli, yetenekleri tartışılmaz harika bir sağlık ordumuz var. Bu ordu yüksek kabiliyetini ve fedakârlıklarını yaşadığımız salgın sürecinde de bir kez daha kanıtladı. 40 yıllık bir hekim ve mesleki hayatının 10 yılını 1000’den fazla doktorun çalıştığı büyük bir eğitim hastanesinin başhekimi olarak tamamlamış biriyim. Sadece bu 2 neden bile sağlık çalışanlarının fedakârlıklarını tanımam ve değerlendirmem için fazlasıyla yeterli oldu. Bu süreçte her kademedeki sağlık neferinin fedakârlıklarını sevgiyle, hayranlıkla ve imrenerek izledim. Gurur duydum. Ayrıca şu kanaatimi de net ve açık olarak iddia ediyorum: BULUNDUĞUMUZ COĞRAFYANIN -sadece en yeni, en donanımlı, en yüksek teknolojili ve en konforlu hastanelerine değil- EN GÜÇLÜ, EN YETENEKLİ, TECRÜBELİ VE FEDAKÂR SAĞLIK KADROLARINA DA BİZ SAHİBİZ. Bu kadrolara mutlaka sahip çıkmak, onların -sağlıkta şiddet meselesi ve ekonomik koşulları dahil olmak üzere- her sorunuyla yakından ilgilenmek mecburiyetindeyiz. Bunu yapmazsak sağlık göçü artarak devam edecektir. Diğer taraftan bu görevimizin sadece sosyal, ahlaki ve ekonomik boyutları yok. Çok ama çok daha önemli bir sebebi daha var. O sebebi de aşağıdaki kutuda açıklamaya çalışacağım.
BİR UYARI DAHA
SAĞLIK TURİZMİNİ ISKALIYORUZ
1990-2000 yılları aralığında Ankara Numune Hastanesi’nin başhekimliğini yaptığım dönemde, rahmetli Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in desteği ile -Amerika’nın en ünlü hastanelerini defalarca ziyaret etme fırsatı bulduk. Daha sonra da onlardan bazılarıyla -Mayo Clinic, Cleveland Clinic, Pittsburgh Medical Center, Baylor/Methodist Medical Center- sağlık personeli eğitimi konusunda işbirliği yapma fırsatları oluşturduk. O hastanelerden sadece birinin, Orta Amerika’nın 75 bin nüfuslu küçücük bir kasabasında (Rochester/Minnesota) faaliyet gösteren Mayo Clinic’in muazzam bir sağlık turizmi başarısına imza attığına hayranlıkla şahit olduk. Mayo Clinic son 30-40 yıldır, her yıl ABD’nin “en iyi hastanesi” unvanını elinde bulunduruyor. Aynı zamanda da dünyanın en saygın tıp merkezlerinden biri olma başarısını kararlılıkla devam ettiriyor. Ve bu başarısı nedeniyle de her yıl binlerce Güney Amerikalı, Asyalı, Avrupalı, Ortadoğulu hasta dünyanın her yerinden “sağlık sorunlarına çare aramak üzere” neredeyse akın akın bu hastaneye gidiyor. Neticede de o küçücük kasabadaki tek bir sağlık organizasyonu, tek bir hastane kompleksi her yıl neredeyse milyar dolarları bulan muazzam bir “sağlık turizmi geliri” elde edebiliyor. Peki, ya biz? Bu konuda da maalesef mevcut kapasitemizin gücüne rağmen yeterli organizasyonlara sahip değiliz. Peki, ne yapmalı?
BANA GÖRE
SAĞLIK TURİZMİ YENİDEN ORGANİZE EDİLMELİ
İDDİA EDİYORUM: Özellikle son 20-30 yıldaki muazzam atılımlarımızla biz de yüksek kalitede sağlık hizmeti üretebilen bir ülke konumuna geldik. Yapmamız gereken bu kapasitemizi “ekonomik bir sürece” de dönüştürmektir. Özellikle Antalya, Ankara ve İstanbul muazzam birer sağlık turizmi cenneti haline getirilebilir. Ortadoğu, Asya, Avrupa ve Afrika ülkeleri için sağlıkta bir çözüm merkezi olmak şansımızı acilen değerlendirmemiz lazım. Bilelim ki Kore ve Singapur başta olmak üzere pek çok Uzak Doğu ülkesi sınırlı kapasiteleriyle bu yarışa zaten çoktan dahil oldular. Sağlık ve Turizm Bakanlıklarımızın birlikte çalışarak bu son derece önemli meseleye el koymaları, daha büyük bir pencereden bakmaları ve şimdilerde “saç ekimi, küçük plastik cerrahi girişimler vs.” ile sınırlı olan bu muazzam alanı daha akılcı bir şekilde değerlendirmeye açmalarında fayda var.
Paylaş