Paylaş
Probiyotikler son 10 yılın en popüler sağlık desteklerinden biri. Nedeni de bedenlerimizin tıpkı omega 3 yağları (EPA ve DHA) ve D vitamininde olduğu gibi ciddi bir probiyotik fukarası haline gelmesi.
Probiyotik zengini besinlerin azalması yanında eskiye oranla daha çok antibiyotik reçetelenmesi, et ve süt ürünlerine de antibiyotiklerin karışması bu fakirleşmemin temel sebepleri.
Tabii ki başka nedenler de var ama onlar bence teferruat. Peki bu fakirleşmenin bedeli ne? Bedel maalesef çok ağır: Daha güçsüz bir bağışıklık sistemi, daha sık alerjik tepki, daha çok kanser, ishalle, kabızlıkla boğuşmaktan yorgun düşmüş daha mutsuz bir hazım sistemi.
Probiyotik güç azalmasını depresyon, Parkinson, Alzheimer ve obezite ile eşleştirenler bile var ve bana göre kesinlikle haklılar.
İyi haber şu: Son yıllarda doktorlar beslenme uzmanları ve halkta probiyotik bakterilerin marifetleri hakkında müthiş bir bilinçlenme oldu. Bu gelişme de probiyotik takviyelerin kullanımını artırdı.
Hedef odaklı probiyotik kullanın
Daha önce de yazdım: Her probiyotik herkese uymaz! Gaz, şişkinlik, kabızlık ile ilgili sorunların çözümünde farklı, bağışıklığa güç vermede farklı, alerjik tepkileri önlemede farklı probiyotikler başarılı.
Bu nedenle yakın bir gelecekte probiyotik sözcüğünün yerini psikobiyotik immunobiyotik allergobiyotik gibi sözcüklere bırakması yüksek bir olasılık.
Bana göre yakın bir gelecekte hazımsızlık, şişkinlik, gaz, karın ağrısı, ishal veya kabızlık atakları ile seyreden “Huzursuz Bağırsak Sendromu/İBS” olarak bilinen sorunun çözümü için “Digestobiyotik”leri, psikolojik sorunların çözümü için “Psikobiyotik”leri, alerjik problemler için de “Allergobiyotik”leri bağışıklık desteği olarak “İmmunobiyotik”leri, kilo sorununun çözümüne yardımcı olmak için de “Slimbiyotik”leri kullanabileceğiz.
Yani sorun odaklı çözüm odaklı probiyotikler devreye giriyor.
Doktorlar da, eczacılar da, siz de bu yönde bir yaklaşımı benimsemelisiniz.
Bel çevreniz inceltmek istiyorsanız daha sık yürüyün
Yürümek çok faydalı bir aktivitedir. Araştırmalar, her gün ortalama 30-40 dakika yürümenin kalp krizi riskini azalttığını, kan basıncını düzenlediğini, kan şekerini dengelediğini, stresi hafiflettiğini, kas ve kemikleri güçlendirdiğini gösteriyor. Dahası da var! Düzenli yürüyüşler bellek kaybını önlüyor, denge kabiliyetini destekliyor, cinsel gücü artırıyor.
Yürümenin bazı kanserlere karşı koruma sağladığı da anlaşıldı. Düzenli yürüyenlerde özellikle prostat, meme ve kalınbağırsak kanserlerine yakalanma riski düşüyor. Eğer yürümeyi bir alışkanlık haline getirirseniz kabızlık, hemoroit, reflü, hazımsızlık gibi sorunlarla mücadelede de önemli bir mesafe kazanıyorsunuz.
Yeni yapılan birçok çalışma düzenli yürümenin en güçlü aerobik aktivitelerden biri olduğunu gösteriyor. Düzenli yürüyenlerde kanda insülin seviyesi azalıyor, testosteron seviyesi artıyor. Böylece insülin fazlalığı ve/veya testosteron azlığı sonucu ortaya çıkan bel çevresi ve göbek yağları daha kolay ortadan kalkıyor.
Orta yaşlı kadın ve erkeklerde önemli bir problem haline gelen bel ve karın yağlanmasını önlemenin en kolay yollarından biri 30’lu yaşlardan itibaren yürüme alışkanlığı edinmek...
Kilo verme hızı zamanla neden azalıyor?
Diyelim ki fazla kilolarınızdan kurtulmaya karar verip ciddi bir tıbbi denetimden geçtiniz. Doktorunuz sorununuzun nedenini belirledi. Kilo yönetimi ekibinde bulunan diyet uzmanının hazırladığı beslenme listesine, aktivite uzmanının önerdiği aktivitelere ve doktorunuzun tavsiyelerine dikkatle uyuyorsunuz.
Başlangıçta her şey yolunda gidiyor. Kilolarınız azalıyor, yağlarınız eriyor. Ama 3’üncü veya 4’üncü hafta gittiğiniz kontrollerde kilo kaybının azalmaya başladığını öğreniyorsunuz. Canınız sıkılıyor.
Sakın üzülmeyin! Bu normal, fizyolojik, beklenen bir gelişmedir. Nedeni vücudunuzun kendini koruma mekanizmalarını devreye sokmasıdır.
Bu fizyolojik bir durumdur
Kilo kaybını yavaşlatan ilk uyarılar tiroit bezinden geliyor. Tiroit bezi metabolizmanızın birinci düzenleyicisidir.
Metabolik hızınızı salgıladığı T3 ve T4 hormonlarıyla en çok bu küçücük, 25 gramlık iç salgı bezi etkiliyor.
Siz zayıflamaya başlayınca tiroit bezinizin T4 hormonunu T3 hormonuna dönüştürme yeteneği bozuluyor. Sonuçta metabolizma hızının temel belirleyicisi T3 hormonunun miktarı azalıyor. Metabolizma yavaşlayınca kilo verme de yavaşlıyor, bazen durma noktasına geliyor. Sonra pankreas bezinden salgılanan insülin hormonu da devreye giriyor.
İnsülin hormonunun arttığı durumlarda ortaya çıkan açlık duygusu, kilo verme sürecinde diyete uyumu güçleştiriyor, kilo kaybını başarısız hale getiriyor.
Ghrelin, leptin gibi hormonlar da süreçte etkili. Kısacası belli bir kilo kaybından sonra vücut dengeyi bulmaya, kilo kaybını durdurmaya başlıyor. Bu fizyolojik cevap karşısında asla gerilmemeli, vazgeçmemeli, ümitsizliğe kapılmamalısınız. Sağlıklı beslenme planınızı uygulamaya devam etmelisiniz.
Yavaşlayan metabolizmanızı hızlandırmak için egzersizi bırakmak yerine biraz daha artırmalısınız. Buna rağmen kilo vermenizde duraklama sürerse sakın “şok diyetler” filan yapmaya kalkmayın. Doktorunuzla görüşün. Gerekli çözümleri mutlaka bulacaktır.
Paylaş