Kliniğimde sık sık “Arkadaşlarım bazı haplar yutup duruyor. Kimi cildine, saçı ya da tırnağına iyi geldiğini, kimi bu haplarla inceldiğini söylüyor!
Bunlardan ben de faydalanmak istiyorum ama yanlış bir şeyler yutup zarar görmekten de korkuyorum. Bana tavsiye edebileceğiniz mucize bir hap var mı?” diye soran genç hanımlarla karşılaşırım. Ben bedenimize daha fazla antioksidan kazandırmaya veya ihtiyacımız varsa vitamin ve mineral desteklerinden faydalanmaya karşı değilim, hatta bu konuya sıcak bakan hekimlerin başında geliyorum. Ama ne var ki yaşlanmayı geciktirici mucize bir hapın varlığına da, bulunabileceğine de inanmıyorum. Bu tip duyguları ve çabaları da “hayatın baharatları” ya da “yaşamın sosları” gibi düşünüyorum. Yani önce ana yemeğinizi iyi yapmalı, hayatınızı iyileştirmelisiniz. Hayat yemeğini pişirirken usulüne uygun hareket etmeli, uygun malzemeler seçmelisiniz. Bu malzemelerin içinde beslenmek de var, uyku da. Stres yönetimi de var, aktivite de. ınanç da var, hoşgörü de, sevgi de. ışin haplarla, kremlerle sağlanan kısmı yemeğe eklediğiniz baharatlar ya da soslar gibi iş görüyor. Yemeği güzel pişirmeyi bir yana bırakıp eklediğiniz soslarla tatlandırmaya çalışırsanız sonuç alamazsınız. Yani işe soslardan değil, yemeğin kendinden başlamalısınız!
HAYAT YEMEĞİ NASIL PİŞMELİ?
Hayat yemeği nasıl doğru pişirilecek? Hepiniz zaten biliyorsunuz ama ben temel noktaları bir kez daha tekrarlayayım: Sık ve az yiyin. Sevdiğiniz şeyleri yiyin. Dengeli beslenin. Eti, sütü de, sebzeyi, meyveyi de, bulguru, fasulyeyi, nohudu da ihmal etmeyin. Lezzetten asla taviz vermeyin. Ne yapın edin daha az şeker, un, nişasta, alkol ve yağ tüketin. Hazır besinlerden uzak durmaya çalışın. Anadolu’daki o ünlü deyimle kendiniz pişirin, kendiniz yiyin. Uykusuz kalmayın, uykunuzu bölmeyin, uyku borcunuz varsa ödeyin. Uyku probleminizi mutlaka çözümleyin. Aktif biri olun, en azından yürüyün. Fırsat bulursanız planlı egzersizleri de ihmal etmeyin. Sinirli, öfkeli, gergin, endişeli, kızgın, patlamaya hazır ya da üzgün, hüzünlü, depresif biri olmayın. Size bu duyguları veren kişiler ve ortamlardan uzaklaşın. Sigara içmeyin. Alkol kullanmayın. şekerli meşrubatlardan, meyve suyu konsantrelerinden, kolalı, gazlı içeceklerden uzaklaşın. Sakin ve huzurlu bir hayatı hedefleyin. Tatili, dinlenmeyi, eğlenmeyi, fırsat buldukça keyif freninizi gevşetmeyi ihmal etmeyin. Çoğalın. Kalabalıklara karışın. Bölüşün paylaşın.
SOSLARA, BAHARATLARA GELİNCE
Ağız yoluyla alacağınız desteklerin sayısı bir hayli fazla ama bunları kimlerin, hangi kombinasyonlarda ve ne süre ile kullanacaklarını gösteren “sihirli bir formül ya da özel bir protokol” yok. Otuz beş yaş sonrası desteği olarak eğer herhangi bir sağlık sorununuz yoksa özellikle kırk beş yaşına kadar mutlaka almanız gereken herhangi bir mineral ve/veya vitamin söz konusu değil. Kalsiyumu, magnezyumu, selenyumu, kromu ya da C vitamini, B12 vitamini gibi vitaminleri herkesin düzenli olarak kullanması asla gerekmiyor. Bana göre bu dönemde kullanılması gereken destekler daha ziyade doğal besin destekleri olabilir. Bunların da başında alfa lipoik asit, benfotiyamin, CLA, karnitin, CoQ10 geliyor. Bunların da kime, ne zaman verileceğine “kişiye özel incelemeler ve analizlerle” karar verilebiliyor. Yarın ki yazımızda orta yaş soslarının çok daha önemli bir bölümüne, dermakozmetik ürünlere, yani kremlere değineceğiz.
ERKEN TEŞHİS
Koroner kalp hastalığının erken teşhisi
Koruyucu kardiyoloji son yıllarda çok daha önemli bir alan haline geldi. Bunun birinci nedeni korunmayla alınan sonuçların son derece başarılı bulunmasıdır. Koruyucu kardiyoloji alanı öncelikle hastalığa yol açan kilo fazlalığı özellikle göbek ve bel bölgesindeki yağlanmalar-, tansiyon yüksekliği, tokluk şekeri fazlalığı, kolesterol ve trigliserid artışı gibi problemlerle ilgileniyor. Sigarayı bırakmak, alkol tüketimini kontrol altına almak, aktiviteyi arttırmak, uyku sorunlarını iyileştirmek, stres problemine çareler aramak, depresyon ve benzeri kolaylaştırıcı faktörleri ortadan kaldırmak da bu amaçla yapılan çalışmalar arasında kabul ediliyor. Burada önemli olan “koruyucu programa” kimlerin alınacağı. Yani “bu hastaların ya da hasta adaylarının önceden nasıl belirleneceği”. Bu konuda kardiyoloji alanının önemli isimlerinden Prof. Dr. Mehmet Ağırbaşlı’nın uzman görüşü köşesindeki düşüncelerini dikkate almanızı öneriyorum.
UZMAN GÖRÜŞÜ
Kalp riskini belirlemede yeni parametreler
Kalp ve damar hastalıkları gelişmiş toplumlarda en sık karşılaşılan ölüm sebebidir. Yeni iki çalışma (Tekharf, Euroaspire) Türk toplumunun kalp hastalıklarına bağlı ölüm açısından en riskli ülkelerin başında geldiğini gösteriyor. Bu nedenle koruyucu kardiyoloji alanında yapılan çalışmalar bizim açımızdan daha da önemli gibi görünüyor. 2000’li yıllara kadar kalp ve damar hastalıklarının gelişmesine zemin hazırlayan sebepleri şeker hastalığı, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği, sigara tüketimi gibi kabul ederken, bugün çeşitli biyolojik molekülleri ve “risk skorlama sistemlerini” kullanarak daha kesin sonuçlarla sağlam kişilerin de kalp risklerini belirleyebiliyoruz. Mesela CRP düzeyi yüksek olan sağlıklı kişilerin uzun dönemde kalp krizi riskinin yüksek olduğunu gösteren pek çok çalışma var. CRP düzeyleri ve klinik bilgileri kullanarak oluşturulan “RAYNOLD skoru” kalp ve damar riskini göstermede en güncel yaklaşımlardan biri haline gelmiştir. Benzer şekilde PAı-1 homosistein de uzun dönemde kalp damar hastalığı riskini gösteren proteinlerdir. Kanda ölçülebilen bir protein olan C3 miktarı artışı kalp krizi riskini bir buçuk kata kadar arttırabilmektedir. Ülkemizde şeker hastalarının üçte birinin, hipertansiyon hastalarının yarısının bırakın tedavi olmayı, hastalıklarının farkında bile olmadıkları dikkate alınırsa koruyucu kardiyoloji araştırmalarının yaygınlaşması koroner kalp hastalığının erken teşhisi ve kalp krizini önlemede faydalı bilgiler sağlayabilir. Kalp damar hastalıklarında da tedavi hastalık odaklı değil, hasta odaklı planlanmalı, her hastanın kendine özgü genetik özellikleri, çevresel risk faktörleri ve mevcut klinik/biyolojik verileri beraberce düşünülerek önleyici ve tedavi edici çalışmalar ona göre planlanmalıdır. PROF. DR MEHMET AĞIRBAŞLI/KARDİYOLOG
Romatizmada diyet olur mu?
Özellikle romatizma hastalarına genel olarak tarif edilecek bir diyet yoktur. Ancak romatizma sorunu olanların sağlıklı bir kiloda kalmaları, omega-3’ten zengin beslenmeleri, alkolden kaçınmaları, tuzu azaltmaları tavsiye ediliyor. Gut hastalığı için özel bir beslenme planı var: Pürin içeren besinlerden uzak durulması gerekiyor.