Paylaş
Ama artık dış kaynaklar bile bu iki elzem yağ açısından ‘yeterli’ olmayabiliyor... Peki ne yapalım, bu yağları nereden bulalım? Buyurun...
Sağlığımız için omega-3 ve omega-6 yağlarının her birinin ayrı önemi var.
Onlar, üretemediğimiz için dışarıdan temin etmemiz gereken “elzem” yağlar. Doğru beslenip onları mutlaka kazanmak zorundayız. Eğer kazanamazsak “sağlıklı yaşam”da işler sarpa sarıyor. Hücre, doku ve organların yapısı da, yaptıkları işler de aksamaya başlıyor. Omega-6 yağ asitlerinin yaptıkları işlerle omega-3’lerin yaptıkları işler ise birbirinden çok farklı. Omega-6’ların ağrı uyarıcı, iltihap oluşturucu, pıhtılaşmayı tahrik edici hücre çoğaltıcı özellikleri var ve biz bu özelliklere muhtacız. Bunlar olmasaydı, iltihap oluşturup yabancı maddeleri vücudumuzdan atamazdık. Pıhtılaşma sistemimiz aksar, oramız buramız kanamaya başlar veya kanamalarımız durmazdı.
Omega-3’lerin etkileriyse tam tersi şeyler. Onların da kanı inceltici, hücre çoğalmasını dengeleyici, iltihap baskılayıcı marifetleri var. Neticede iki grup da önemli. İkisinden de vazgeçmek olmaz. Ama siz yine de birinciliği omega-3 yağ asitlerine, özellikle de DHA ve EPA’ya verin. DHA ve EPA’ya anne karnındaki bebeğin de, büyüyen çocuğun da, ergen bir gencin de, yetişkin veya yaşlıların da çok ama çok ihtiyacı var.
DENGESİ ÇOK MÜHİM
Çok daha önemli bir konu da, ‘omega dengesi’.
Besinlerle kazandığımız omega-3/omega-6’ların miktarları kadar aralarındaki oran da çok mühim. Denge (oran) bozulunca işler aksıyor. Ne yazık ki denge omega-3’lerin değil, 6’ların lehine bozuluyor. Omega-3 rezervlerimiz azalırken omega-6 depomuz dolup taşıyor. Bu da daha çok pıhtılaşma eğilimi (damar tıkanmaları), daha çok iltihap (mesela artritler) ve ağrı, sızı, daha çok hücre bölünmesi (kanser) anlamına geliyor. Kısacası omega-6’lar artıp aradaki hassas denge bozulunca hastalıklar artıyor. Yaşam kalitemiz düşüp ömrümüz kısalıyor. Oysa omega-3 gücümüzü arttırabilsek durum bunun tam da tersi olacak. Sağlığımız güçlenip hastalıklarımız azalacak. Kısacası beslenme yanlışlarımız dengeyi omega-6’lar lehine “cebren ve hile ile” çevirmiş durumda. En güzel oran 1/1 durumu. Dengenin 4/1 (omega-6/omega-3) in üzerine çıkmaması ise çok mühim bir tehdit. Bu oranın şimdi 50/1’i bile geçtiği söyleniyor. Kısacası durum pek iç açıcı değil.
DENGE NEDEN BOZULDU?
Dengeyi bozan sebeplerden biri gıdalarımızın maalesef tam birer “omega-3 fakiri” haline gelmeleri.
Ne süt, yoğurt, peynirde, ne tavuk ve yumurtada, ne de kırmızı ette eskisi kadar omega-3 yok. Omega-3 kaynıyor dediğimiz balıklar bile omega-3 fakiri oldular. Zira yediklerimizin çoğu çiftlik balığı. Çiftlik balıklarının yiyip içtiklerinde (yemlerinde) omega-3 üretebilecekleri ham maddeler yok ki etlerinde omega-3 olsun.
Omega dengesini bozan sadece daha az omega-3 kazanmamız da değil.
Bedenimize o kadar fazla omega-6 sokuyor, o kadar çok omega-6 yükleniyoruz ki bunun altından kalkmamız çok zor. Mutfağımızda kullandığımız yağların hepsi tıka basa omega-6 dolu. Ayçiçeği, mısırözü, pamuk yağlarının omega-6/omega-3 oranları yaklaşık 600/1 civarında. Bu oran zeytinyağında daha az, yaklaşık 20/1. Kısacası omega dengemizin bozulması ve bedenimizin omega-6 çöplüğü haline gelmesinde aşırı kullandığımız (kızartmalar) bitkisel yağların da etkileri var. Omega dengesi bakımından da tercih edilecek ilk bitkisel yağ da yine zeytinyağı olmalı.
YENİ TEHDİT:
SIVI KALORİLER!
Kİlo sorunlarının bir nedeni de içeceklerle alınan “boş kalori”lerdir. Biz bunlara “sıvı kaloriler” diyoruz. Şekerle tatlandırılan meyve konsantreleri, gazozlar, maden suları, v.b. boş kalorilerin temel kaynaklarıdır. Gün boyu yudumlanan “bol şekerli” çay ve kahveleri de listeye yerleştirelim.
ÇOCUKLARA AMAN DİKKAT
“Şeker bağımlılığı” yapan en tehlikeli besinler de yine bu sıvı kalorilerdir. Hızla emilip kanda insülin dalgalanmaları ve patlamaları yapan bu zararlı kaloriler giderek daha önemli tehditler olma yolundalar. İşte bu nedenle konu “kilonuz” veya “şekeriniz, tansiyonunuz”, daha da mühimi “şeker bağımlılığınız” ise, ne içtiğinize de dikkat edin. Ortalama bir şişe veya bir kutu şekerli içeceğin 150 kalori civarında enerji içerdiğini unutmayın. Ve bilhassa çocuklarınızın sıvı kalori tüketimine dikkat edin.
PSA neden yükselir?
PSA testi yaygın kullanılan bir tarama yöntemi; açılımı ise “Prostat Spesifik Antijen”. Testin esas önemi “prostat kanseri”nin erken tanısında işe yaraması. Ama PSA’daki her yükselmenin bir prostat kanserinin mevcudiyetini göstermeyebileceğini de aklınızda tutun. PSA çok basit ve sıradan nedenlerle de kanınızda yükselebiliyor. Mesela mı? Alttaki kutuyu dikkatle okuyun.
Yaş ilerledikçe kanda PSA seviyesi arar. Sebep olarak prostatın hacminin artması gösteriliyor.
Kansersiz prostat büyümelerinde de PSA yükseliyor. Prostat ne kadar fazla büyükse PSA artışı o kadar fazla olabiliyor.
Prostat bezinin iltihaplanması da PSA’yı yükseltebilir. Antibiyotik tedavisiyle PSA tekrar düşer.
Prostat travmaları da PSA’yı yükselten nedenler arasında. Prostata biyopsi, parmakla prostat muayeneleri, uzun süren ata binme bisiklet kullanma sonrasında da kanda PSA artabiliyor.
PSA seviyeleri ilaçlardan da etkilenebiliyor. Prostat hacmini küçülten ilaçlar PSA’yı düşürüyor.
Bazı ağrı kesiciler, kolesterol düşürücü statin grubu ilaçlar, ödem çözücü hapların da PSA seviyelerini azaltabileceği biliniyor. Aşırı olmasa da aspirin kullananlarda da PSA seviyelerinde bir azaltma olabiliyor. Aspirinin kan PSA seviyelerini %10 civarında düşürebileceği belirtiliyor.
Not: Prof. Dr. Mesut Çetinkaya’nın “PROSTAT GERÇEĞİ” isimli eserinden yararlanılmıştır.
Paylaş