Paylaş
Biz “meyve sever” bir milletiz. Daha da önemlisi, meyveyi “tane ile” değil, “kilo ile” yeriz! Sadece kendimiz yesek neyse, “ikram etmeyi” de pek severiz. Peki, doğru mu yapıyoruz? Meyve sağlıklı bir besin ama her meyvenin az veya çok fruktoz, yani şeker içerdiği de kesin.
Fruktozun ise “azı karar, çoğu zarar”. Fazla fruktoz kesinlikle “kilo yapar!” İşte bu nedenle “C vitamininden zengindir, antioksidan yapısı güçlüdür, posa içeriği boldur, doyurucudur” filan deyip meyvelere fazla yüklenmemek lazım. Yüklendiniz mi yağlanırsınız, kilo alırsınız.
Sadece bununla kalsanız iyi. Sindirim sisteminizi de rahatsız edersiniz, şişkinlikten, gazdan, hazımsızlıktan yakınırsınız. İşte bu nedenle her yiyecek gibi meyveleri de “kararında” tüketmek ve bu arada ne zaman ve nasıl yeneceklerini bilmek gerekiyor. Nasıl mı? Buyurun...
Meyveleri, prensip olarak, akşam yemeklerinin üstüne değil de gündüzleri tüketmekte ve tek başına yemekte fayda var.
Meyve suyu yerine meyve pürelerini, meyve püresi yerine meyve salatalarını, meyve salatalarının yerine de meyvelerin kendilerini bütün olarak yani ‘tam halleri’yle, hatta kabuklu olarak yemek daha doğru.
MEYVE SARHOŞLUĞU DOĞRU MU?
Meyveler protein ve nişastayla kombin edildiğinde içindeki fruktoz, midede daha fazla mayalanmaya uğruyor. Bu durum öncelikle şişme ve gaza yol açıyor. Tokken meyve yediğiniz zaman karnınızın davul gibi şişmesi, son derece masum kimyasal nedenden kaynaklanıyor.
Mideyi oldukça geç boşaltabildiğiniz için de yanma, ekşime, hatta reflü benzeri sorunlar yaşıyorsunuz. Daha da kötüsü alkolleşen meyve suyu sizi hafifçe uyutuyor, hatta bazen derin bir uykuya bile daldırabiliyor. Yani tıpkı alkol almış gibi azıcık çakırkeyif olabiliyorsunuz.
Çoğu meyve tutkununun yemeklerden sonra daldığı kısa uykuların, yaşadığı sersemlik ve bitkinlik hallerinin nedeni de bu. Peki, ne yapmalı? Bana sorarsanız bol şekerli, çok tatlı meyveleri, özellikle hem asitli, hem tatlı olanları tüketirken çok dikkatli olun.
Tatlı ve asitli meyveleri aynı anda yemeyi seviyorsanız önce asitli olanları yiyin, tatlıları sonraya bırakın. Portakal, greyfurt ve diğer turunçgillerin, erik, çilek, böğürtlen, elma, armut, kiraz ve nektarinin, kayısıyla şeftalinin asidik meyveler olduğu, tatlı meyveler nitelemesinin daha çok muz, incir, üzüm ve her türlü kuru meyve için kullanıldığını bir kenara not edin.
Nişasta zengini yiyecekler denince aklınıza sadece patates ve pirinç gelmesin. Mısır, fasulye, bezelye ve nohutta (özellikle nohutta), dahası yerelmasında da nişasta oranı beklenenden fazla. ‘Karpuz-beyaz peynir’ veya ‘üzüm-beyaz peynir’ ikililerinin de sağlıklı olmadığını kenara not etmenizi tavsiye ederim. Besin seçimlerinizi de mümkün olduğunca çiğ sebze ve meyvelerden yana kullanmanızı öneririm.
Portakal mı greyfurt mu
Bence “portakal mı greyfurt mu?” sorusuna yanıt aramak yerine her ikisinden de faydalanmanın bir yolunu bulun. Bizim millet olarak greyfurttan ziyade “portakal sever” olduğumuz kesin.
Oysa greyfurtu biraz daha yakından tanıyıp ondan daha sık ve çok faydalanmanın da zamanı gelmiştir ve greyfurtun portakaldan farklı önemli bazı marifetlerinin olduğu da kesindir.
Mesela greyfurt da tıpkı portakal gibi “doyurucu ve kalorisi düşük” bir meyvedir. Portakala oranla kalorisinin daha az olduğu kabul edilebilir: 100 gram greyfurtta yalnızca 40 kalori enerji var.
Güne başlarken sabah kahvaltısında yenilecek yarım greyfurt iyi bir düşüncedir. Ayrıca greyfurt çok güçlü bir pektin kaynağıdır. Pektin suda erimeyen bir posadır. Bağırsakların aktivitesini artırıp kabızlığı azaltır. Bağırsak duvarını toksik maddelerden koruyarak kolon kanserine karşı da güçlü bir bariyer yaratır. Düzenli pektin kazanımının kolesterol emilimini azalttığı, dolayısıyla kan kolesterol seviyelerini düşürdüğü kabul edilir. Greyfurtun güçlü bir antioksidan yapısı olduğunu da biliyoruz.
Örneğin, naringin ve naringenin daha da önemlisi likopen, betakaroten ve lütein greyfurtun en mühim antioksidan zenginlikleridir. Özellikle pembe/kırmızı greyfurt neredeyse domatesteki kadar likopen içerir. Greyfurt C vitamini yönünden de portakalı aratmaz. Güçlü bir potasyum kaynağı olması da mühim bir özelliktir. 100 gram greyfurt 135 mg potasyum içerir. Greyfurtun B grubu vitaminlerden de zengin olduğunu hatırlatalım.
Peki, hiç mi kabahati yok? Tabii ki var! Greyfurtun içerdiği furanokumarinler karaciğerdeki bir enzim sistemini etkileyerek bazı ilaçların toksik gücünü artırabiliyor. Bu nedenle greyfurt tüketirken kullandığınız ilaçlara bakmanız gerekiyor.
Örneğin, kolesterol düşürücü statinlerin, bağırsak aktivitesini artırıcı sisapiridin, antidepresan buspironun, antihistaminik terfenadinin greyfurtla birlikte kullanılmamaları gerekiyor.
Şeker ve beyaz unun kanseri kolaylaştırdığı doğru mu?
Bazı kanser uzmanlarının “kanser şekerle beslenir” cümlesinde özetlenebilecek bir kanaatleri var. Haksız da sayılmazlar.
Son yüzyılda karşılaştığımız kanser salgınında kanserojenler kadar şeker ve beyaz un tüketimindeki artış da sorumlu. Şeker ve beyaz un tüketimi arttıkça, kan şekeri dalgalanmaları belirginleşiyor, insülin salgılanması artıyor.
Bu durumda ortaya çıkan birçok biyolojik değişiklik var. Bunlardan biri de “insülin benzeri büyüme faktörü” diye bilinen IGF’nin kanda artmasıdır.
Bu molekülün temel görevi hücrelerin büyümesini teşvik etmektir. Kısacası şeker ve un tüketimi arttıkça insülin ve IGF de artıyor.
IGF-1 yüksek olunca hücre büyüme ve çoğalması hızlanıyor. Örneğin, IGF1 seviyeleri yüksek olan kadınlarda meme kanserine yakalanma sıklığı çok daha yüksek.
IGF’si yüksek olan erkeklerde prostat kanseri sıklığının da arttığı belirtiliyor. Özetle un ve şeker tüketimi arttıkça kanda şeker, insülin ve IGF patlamaları da artıyor.
Eğer kanserden korunmak istiyorsanız daha az şeker, beyaz un tüketmeyi alışkanlık haline getirin.
Paylaş