Bedenlerimiz tarih boyunca karşılaştığı en ciddi “tehdit dönemlerinden biri” ile karşı karşıya.
Eğer bir şeyler yapmazsak biz değilse bile bizden sonraki nesillerin metabolik yapıları darmadağın olacak. Sonuçta kilo sorunu ve obezite problemi patlama noktasını da geçecek, en hafif deyimiyle “bumlayacak!”. şimdilerde elli yaşlar sonrasında başımıza bela olan kalp krizleri, felçler, kanserler ve benzeri yıkıcı sağlık sorunları artık 20-30 yaşındaki gençlerde bile görülmeye başlayacak. Konuya böyle kötümser bir başlangıç yaptığım ve canınızı sıktığım için üzgünüm. Ama durum gerçekten tatsız! Eğer dozunu gittikçe kaçırdığımız yeme içme hatalarımızı tekrarlamaya devam edersek zaten zor durumda olan hücrelerimiz bu yükün altından kesinlikle kalkamayacak. Bu düşüncem geçen hafta Boston’da Harvard Üniversitesi Metabolizma Laboratuvarı’nda araştırmalarını sürdüren Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil’le yaptığım görüşmelerden sonra daha da netleşti. Önümüzdeki birkaç günü size bu konudaki gelişmeleri aktarmakla geçireceğim.
Dr. Hotamışlıgil ne diyor?
Gökhan Hotamışlıgil hoca özellikle “şeker, un, yağ” ağırlıklı aşırı beslenme probleminin hücresel düzeydeki etkilerini araştıran deneyler, tetkikler yapıyor, çözümler, çareler arıyor. Bu tetkiklerden elde ettiği sonuçları belki de şu kısacık cümlede özetlemek mümkün: Hücrelerimizin içindeki organcıklar da ve bu organcıkların orkestra şefi, yöneticisi durumdaki genlerimiz de kendilerine yönelik bu aşırı gıda saldırısının altından kalkamıyor. Bu aşırı gıda yüklenmesi, yani “overdoze” yanlışını insanlığın neredeyse yarıya yakını yapmaya başladı. Kilo fazlalığı ve obezite sorununun patlama noktasına gelmesinin temel nedenlerinden biri bu. Bu yanlışın sonuçlarını gelecek yazılarımızda daha detaylı tartışacağız ama yanlışımız yalnızca beslenme alanıyla da sınırlı kalmıyor. Korkunç bir hata daha işledik: Tembelleştik!
Metabolizma neden bozuldu?
Vücudunuzu bir organize sanayi bölgesi, hücrelerinizi de buralarda bir araya gelmiş ama her biri kendi başına bağımsız yeteneklerle donatılmış fabrikalar olarak düşünebilirsiniz. Adına kısaca “hücre” dediğimiz bu kendi küçük ama marifeti büyük fabrikacıklar yiyecek içeceklerle bedeninize kazandırdığınız “karbonhidrat, protein, yağ” yapısındaki temel besin elemanları ve “vitamin, mineral, enzimler ve benzerlerini” kullanarak işlevlerini sürdürürler. Her fabrika gibi hücrelerimizin de kapasiteleri sınırlıdır. Hücrelere enerji üretmeleri ya da diğer görevleri için lazım olanın üzerinde, yani çok fazla miktarda ham madde yüklerseniz üretim sistemi başlangıçta zorlanmaya, daha sonra aksamaya başlar. Aşırı yükleme hali devam edecek olursa sorun durma noktasına kadar ilerleyebilir. Hücrelerinizin ham maddeleri mamul madde, yani işe yarar maddeler haline getirmesiyle ilgili süreçlerin toplamını “metabolizma” sözcüğünün içine koyabilirsiniz. Aşırı ham madde yüklenmesi sonucunda metabolizmanızın neden önce bozulma, sonra da durma noktasına gelebileceğini bu örnekle anlatabildiğimi zannediyorum.
Hepatit B ve C nasıl bulaşır?
Hepatit B virüsü kişiden kişiye kan, semen veya diğer vücut sıvıları ile bulaşır. Hepatit B bulaş yolları arasında korunmasız cinsel ilişki, enfekte kanla bulaşık iğne kullanımı, hepatit B’li anneden bebeğine geçiş sayılabilir. Güneydoğu Asya’da hepatit B vertikal bulaşır, yani anneden bebeğe. Ülkemizde ise aynı evi paylaşanlarda yatay geçiş söz konusudur. Ancak kişi Hepatit B’ye karşı aşılı veya doğal olarak bağışık ise (yani antiHbs pozitif) bulaş riski taşımamaktadır. Hepatit C virüsü 1992 yılından itibaren test edilebilir hale gelmiştir. Özellikle 1992 yılı öncesinde kan transfüzyonu veya organ nakli yapılan kişilerde hastalık bulaşmış olabilir. Hepatit C ayrıca virüs bulaşmış iğnelerin ortak kullanımı ile de bulaşır. Anneden bebeğe geçiş ve cinsel yolla bulaşma olasılığı düşüktür. Sarılmakla, öpüşmekle, aynı bardak veya mutfak malzemesini kullanarak bulaş olduğu gösterilmemiştir. HIV pozitif kişilerde, steril olmayan koşullarda dövme veya piercing yaptıranlarda ve kronik hemodiyaliz hastası olanlarda hepatit C virüsü bulaşma riski daha yüksektir. PROF. DR. EROL AVŞAR
Bölgesel zayıflama meraklılarına
Yüz değil, bin kere yazsak da bu bölgesel zayıflama palavrasına son vermek mümkün olmayacak gibi görünüyor. Bu sefer de bir okurum soruyor: “Ultrasonik bölgesel zayıflama mümkün mü? Lipotripsi ve ultrasonik bölgesel zayıflama aynı şeyler mi?” ultrason dalgalarını cilt altı dokulara vererek yağ kaybına destek olmak çok hoş bir hayalden başka ciddi bir anlam taşımıyor. Bu yöntemin mucitleri (!) yöntemi daha şık ve kabullenilebilir hale getirmek için güzel bir isim de bulmuşlar: “Ultrashape lipotripsi ile bölgesel incelme”. Doğruyu söylemek gerekirse bugüne kadar tavsiye edilen bölgesel zayıflama yöntemleri içinde en çok ilgiyi çekenlerden biri bu yöntem gibi görünüyor ama birkaç araştırma dışında yöntem hakkında güvenilir bilimsel veriler henüz yok. Yani “neştersiz yağ eritme yöntemi” diye pazarlansa da bu yöntemi de şimdilik kuşkuyla karşılamak lazım. Ama “ozon terapi” veya “lipoliz ile ozon terapi” gibi yöntemleri denemektense bunu denemek daha faydalı olabilir. Tekrar ediyorum, deneyin ya da denemeye değer demiyorum, yöntem hakkında yeterli araştırma bulunmadığını belirtiyorum.
Orta yaş büyüyor
Son elli yılda hayatınız yirmi yıl birden uzadı. şaşırtıcı ama ne yaparsanız yapın eskisinden daha uzun yaşıyorsunuz. Ve ne iyi ki hayatın uzayan bölümü bebeklik ve çocukluk dönemine değil, orta yaş ve sonrasına eklenip elinize “bonus zamanlar” olarak veriliyor. Özetle orta yaş dilimi büyüyor. Onunla birlikte büyümeye çalışmak gerekiyor. Bana sorarsanız orta yaş “geçmişi geçmişte bırakmanın”, “yeni ve farklı sözler bulmanın”, kısacası “önümüze daha çok bakıp, gelecek maçları nasıl daha iyi oynayacağınızı planlamanın” en uygun zamanıdır. Hiç olmazsa bundan sonra kendinizle daha barışık olmaya, her sabaha “hoşça bak zatına” deyip keyifle uyanmaya çalışmalısınız. Beden ve ruhunuzu kaşıyıp duran ufak tefek değişimleri problem yapmak yerine onlarla barışmanın, kendinize, eşinize, ailenize, içinde yaşadığınız topluma ve hayata daha çok, daha içten, daha yürekten ve daha güçlü manevi bağlarla sarılmanın en iyi zamanı da orta yaşlardır. Artık ömrümüzün neredeyse en az kırk yılı orta yaşlarda geçecek gibi görünüyor. Gelin onu daha çok tanıyalım, öğrenelim, fırsat, huzur ve keyif zamanları haline getirelim.