Paylaş
Ama değiştirilemez zannettiğiniz bu riskin en azından etkisini hafifletilebilirsiniz. Nasıl mı? Buyurun...
Haftanın notları
DANA değil kuzu eti
Kılıç değil hamsi ızgara
Brokoli değil karnabahar
Altın çilek değil Osmanlı çileği
Tava değil ızgara
Antibiyotik değil probiyotik
Gazoz değil ayran
Beyaz değil tam ekmek
Cips değil fındık
KALP hastalıkları bizde de önde gelen ölüm nedenlerinden biri oldu. Daha da kötüsü kalbe bağlı ölümler, ileri yaş ölümleri olmaktan çıktı, kırklı yaşlardaki insanlar bile “sekte-i kalp”ten kaybedilir oldu. Bu “kötü gidiş”in birçok nedeni var ve “kalp riskleri”nin sayısı oldukça fazla. Ne var ki bunların çoğu “değiştirilebilir”, pek azı “değiştirilemez” şeyler. Görünüşte “üç risk faktörü” karşısında hiçbir şey yapmamız mümkün değildir: Genetik, erkek olmak ve yaşlanmak... Bana sorarsanız onlar için bile “yapılabilecek bir şeyler” daima var. Diyelim ki kalp hastalığının yaygın olduğu bir aileden geliyorsunuz ve anneniz-babanız, birinci dereceden akrabalarınızda kalp damar hastalıkları yaygın. Bu durumda siz o riskle dünyaya “merhaba” dersiniz ama bu riskin en azından etkisinin “hafifletilebilmesi” mümkündür. Yeter ki sorunun kaynağını erken dönemde öğrenip doktorlarınızın dediklerine riayet edin.
ÖZELLİKLE ERKEKLER
Erkeklerde kalp hastalıkları daha yaygındır. Bunda pek çok faktör etkilidir ama tıpkı genetik riskte olduğu gibi bu faktörün de “erkek olmak” dışındakileri de olumlu bazı yaşam tarzı değişimler yaparak hafifletmek imkân dâhilindedir. Yaşlanmaya gelince... Yaşlanmanın getirdiği yıpranmadan her organ gibi kalbiniz de nasibini alır, zamana yenik düşer, yorulup yıpranarak gençlikteki gücünü kaybeder ama kalpteki yıpranmanın sürati de gençlik/çocukluk döneminde kalbinize yaptığınız yatırımlar, sağlığınıza gösterdiğiniz dikkat, özen/itina ile değişebilir. Genel sağlık kontrollerini yaptıran, yemesine içmesine, aktivite düzeyine özen gösteren biri daha iyi yaşlanacağı için bu “daha iyi”den kalp de yararlanır, yaşlılığa daha kolay direnir.
DEĞİŞEBİLEN RİSKLER
Kalp hastalıklarını davet eden diğer risk faktörlerinin tamamı ıslah edilebilir. Sigara içmek en önemli risk faktörüdür ama sigarayı bırakmanız veya daha yolun başında içmeyi reddetmeniz mümkündür. Kan şekeri yüksekliği de önemli risk faktörlerindendir. Ama beslenme, aktivite ve kilo kontrol altına alınabilirse ilaca, insüline gerek kalmadan diyabet de kontrol altında tutulabilir. Kalp sağlığını bozan önemli problemlerden biri olan “istenmeyen kolesterol seviyeleri”ni halletmek de her zaman ve her yaşta mümkündür. Düşük HDL kolesterol problemini daha çok hareket ederek, düzenli egzersiz yaparak, eğer varsa fazla kilolarınızı vererek, omega-3 desteklerinden istifade ederek sorunu çözmeniz veya kontrol altında tutmak zor değildir. LDL kolesterolünüz çok mu yüksek? Trigliseridiniz fazlaca mı fırlamış durumda? Beslenmenizde ve aktivitenizde uygun değişimler yaparak, gerektiğinde de ilaç kullanarak her ikisini de kontrol altına almanız imkân dahilindedir.
Kalp hastalığının hipertansiyon ile de bağlantısı vardır ama kan basıncı yüksekliği de “kontrol edilebilir” bir şeydir. Yemenize, içmenize göstereceğiniz özen, kilo kontrolünüze, stresinize, uykunuza göstereceğiniz dikkatle ve gerektiğinde de ilaç kullanarak yüksek tansiyonlu biri olmaktan çıkıp “normotansif” hale gelmek her zaman, her yaşta, herkes için mümkün olabilir. Stresle mücadele etmek, depresyon sorununu kontrol altına almak, varsa fazla kiloları vermek, öfkeden, hiddetten, kızgınlıktan uzaklaşıp huzura odaklı bir hayat sürmek de herkesin en azından bir ölçüde başarabileceği sorunlardır.
Hayatın senin elinde
ÖZETLE kalp hastası olmak ve beklenmedik bir kalp krizi/sekte-i kalp sonucu hayata veda etmek zannedildiği gibi durup dururken başımıza gelen bir olay değildir. Kalp hastalığı günün birinde öyle “pat diye!” karşınıza çıkmaz. Çoğu zaman siz onu ciddiye almadığınız, kafanızı kuma gömüp görmezden geldiğiniz, işinize gelmediği için ertelediğiniz yanlışlar nedeniyle ve neredeyse “davul zurna çalarak” “ben geliyorum, haberin olsun!” der. Anlatmak istediğim şey şudur: Hayatımızı tehdit eden sağlık sorunlarımızın pek çoğu gibi kalp sorunları da bizim sağlığımıza gösterdiğimiz dikkat, özen ve yaklaşım ile birebir ilişkilidir ve sağlığımız, hastalıklarımız söz konusu olduğunda da şu cümle geçerlidir: HİÇBİR ŞEY TESADÜF DEĞİLDİR!
Neden daha sık hastalanıyoruz?
GİDEREK artan bir şekilde daha sık hastalandığımızın farkında mısınız? Etrafınıza şöyle bir göz atın. Millet gripten, nezleden yataklara düşmüş durumda, her gün birilerinin kansere yakalandığı, alerjik sorunlar yaşadığı, kalp krizi geçirdiği, bağışıklık sisteminin iflas ettiği, tansiyonunun şekerinin yükseldiğini duyup üzülüyoruz. Refahın, eğitimin yaygınlaşması, hijyen konusunda bilincin artması, koruyucu tıbbın daha yaygın kullanılması filan da soruna yeteri kadar çare olmuyor. Bu iddianın kanıtı gelişmiş ülkelerde salgın derecesine varan bazı hastalıklardaki patlamalardır. Amerika ve Avrupa kıtasının pek çok ülkesi obezite, diyabet, kanser, Alzheimer, artrit, alerjik sorunlar ve benzeri sağlık tehditleri altındadır.
‘AÇLAR’ NİYE SAĞLIKLI
Oysa bu tehditler, hâlâ neredeyse avuç kadar yiyeceğe muhtaç toplumlarda çok azdır. Avrupa, Amerika ve Japonya’nın en yaygın sağlık sorunlarından biri haline gelen alerjik hastalıklara, fakir ülkelerde çok seyrek rastlanıyor. Yine zengin ülkelerde sık görülen “bağırsak duvarının balon yapıp keselenmesi –divertikül- ve iltihaplanması –dibertikülit- sorunu”, Afrika kıtasında neredeyse hiç yoktur. Sağlıksız ve kötü şartlarda yaşayan ülkelerin çoğunda –mesela Hindistan’da- kansere yakalanma sıklığı Amerika’ya oranla çok düşüktür. Amerikalı kadınların onda biri kadar süt içen Meksikalı hanımlarda osteoporoza –kemik yoğunluğunun azalması- çok daha düşük oranlarda tesadüf edilmektedir. Örnekleri daha da çoğaltabiliriz ama yanıtlamamız gereken şu: Peki o zaman sorun ne?
NE YİYORSAN O’SUN!
Sorunun bir değil birçok yanıtı olmalı ama en önemlilerinden birinin “beslenmenin endüstrileşmesi, geleneksel yapısını kaybetmesi, doğallıktan uzaklaşması, içine eklenen kimyasallar nedeniyle gıdaların bedene yabancı bir unsurlar haline dönüşmesi”dir. Çünkü sağlığımızı etkileyen temel faktörlerden birisi, hatta birincisi beslenmemiz, yiyip içtiklerimiz, gıdalarımızın miktarları ve yapısal özellikleri, yani içerik-leridir. İnsanlık tarihini 24 saatlik bir gün dilimi içerisinde değerlendirecek olursak geçtiğimiz yüz yıl en fazla bir dakikalık bir süre dilimine denk gelir. Ne var ki son yüz yılda gıda konusunda –bir bütün olarak beslenme alanında- inanılmaz değişimler yaşanmıştır. Bu değişimlerin sıkıştığı süre genetik mirasımızın, yapılanmamızın, hücresel güç ve dokusal organizasyonlarımızın, kısacası bedenimizin uyum sağlayamayacağı kadar kısadır.
SONUÇ
BUNDAN çok değil 50-60 yıl önceki tıp kitaplarında üç- beş satırla geçiştirilen pek çok sağlık sorununun, örneğin reflünü, huzursuz bacak sendromunun, depresyonun, mutsuz bağırsak, divertikülit obezitenin, kısaca “modern zaman hastalıkları” denen illetlerin pek çoğunun nedeni budur. Beslenme geleneksel ve yerelliği, doğallığı ve saflığı terk edip endüstrileştikçe, fast food kültürü mutfaklarımızı işgal edip hücrelerimizi ve sistemlerimizi –özellikle de bağışıklık sistemimizi- tahrip ettikçe bu tür sorunlar başımızı ağrıtmaya devam edecek, bundan hiç kuşkunuz olmasın...
Paylaş