Paylaş
Sağlığın bize bağışlanmış en büyük emanet ve yönetilebilir bir süreç olduğunun biraz geç de olsa farkına vardık.
Adına basitçe “hastalık” dediğimiz kötü ve tatsız süreçlerin genelde tesadüfen değil, dikkatsizlik ya da yanlış yaşam tarzı seçimlerimiz sonucunda başımıza geldiğini de neyse ki öğrendik.
Şimdi hepimiz çok iyi biliyoruz ki hayat –kaderle ilgili kısmı hariç tutulursa- yönetilebilir bir süreçtir. Hayatı yönetmek için de bilgi, birikim, dikkat ve özen gerekir.
Doğruyu söylemek gerekirse bilgi ve dikkat de tümüyle yeterli olmaz bazen, hayatı iyileştirmek için.
İyi yaşamanın ve iyi hayatın şifrelerinden biri “ne yaptığınız” ise diğeri de “hayata nasıl baktığınız”dır. Bu nedenle sağlık kadar huzura da odaklanmak lazımdır.
Huzurun da kendine göre farklı hapları, vitaminleri, şurupları var. Bunlardan biri de “olumlu düşünce” yaklaşımı.
Hayatı iyileştirmenin ve sağlığa doğru etkili, kalıcı yatırımlar ve dokunuşlar yapabilmenin yolu işte bu nedenle biraz da beyinden, daha doğrusu düşüncelerden geçiyor.
Eğer sadece bedensel sağlığa odaklanırsanız bir süre sonra ya lastiğiniz patlıyor ya da rot balans ayarınız bozuluyor. “Yolda kalma”, yani “hastalanma” ihtimaliniz artıyor.
Netice şu: Sağlığımız, sağlamlığımız için işin “düşünsel/duygusal/zihinsel ve ruhsal” yanına da odaklanmak lazım.
Bana sorarsanız bunun yolu da öncelikle beyni olumlu, yapıcı ve umut verici duygulara yönlendirip heveslendirmekten geçer.
Buna çoğumuz basitçe “iyimserlik” diyoruz. Peki, iyimserlik her zaman doğru bir şey mi?
Yanıtını merak ediyorsanız aşağıdaki kutuyu okumanızda
fayda var...
İyimser değil pozitif olun
Kanaatime göre iyimser biri olmak yerine pozitif yaklaşımlar geliştirmek daha doğru.
“İkisi arasında ne fark var hocam?” diyebilirsiniz. Bence var, hem de önemli bir fark var. O da şu: Olumlu düşünce prensip olarak iyimserlik durumunu anlatıyor ama iyimserlik tek başına kaldığında bu defa da işi oluruna fazlaca bırakmış oluyorsunuz.
Yani saf iyimserlik hali biraz gol yemeye açık bir durum. Tedbir almanızı, yeterli önlemlerle donanmanızı ihmal etmenize yol açabiliyor.
“Her şeyin iyi olacağı” düşüncesini abarttığınızda, tedbiri bir kenarda bırakıp süreçleri oluruna terk ettiğinizde herhangi bir hastalık golünü kalenizde bulabiliyorsunuz.
Bu nedenle olumlu düşünceyi pozitif bir yaklaşım olarak tanımlamakta fayda var.
Özetle “pozitif olmak” iyimserliği biraz daha geliştirip gelecekle ilgili iyi duygular ve olumlu beklentilere girmenin yanında gerekli tedbiri almanın da zorunlu olduğunu anlatıyor. Yani pozitif olmak “iyimserliğin bir tık” fazlasıdır.
Muzu iyice sararmadan yiyin
Başlığın benim gibi sizi de şaşırtacağından eminim. Bu farklı ve önemli bir bilgi.
Ben çocukluğu muz bahçeleri içinde geçen biriyim. Türkiye’nin en lezzetli ve en güzel kokulu muzunun yetiştirildiği Anamur’da doğdum.
Ailem de muz üreticisi. Ama yukarıdaki bilgiyi öğrenince ben de emin olun sizin kadar şaşırdım.
Öyle ya, mis kokulu, sapsarı, yumuşacık, tadı harika olgun bir muz yemek yerine henüz olgunlaşmamış yeşil muzu yemek nasıl daha sağlıklı olabilir?
Sorunun yanıtını aile hekimi Dr. Murat Keklikoğlu hazırladı.
Olgunlaşmamış muz neden daha faydalı
Dr. Murat Keklikoğlu’nun hazırladığı notlara bakılırsa, henüz tam olarak olgunlaşmamış muzun kuru ağırlığının yüzde 70-80 kadarını nişasta oluşturuyor.
Bu nişastanın önemli bir bölümü de incebağırsaklarda sindirilmeyen dirençli nişastalardan meydana geliyor.
Muz olgunlaştıkça içindeki nişastalar basit şekerlere (glikoz, früktoz, sükroz) dönüşüyor. İyice olgunlaşmış bir muzda nişasta oranı yüzde 80’lerden yüzde 1’e kadar düşüyor.
Özetle olgunlaşmış sarı muz, yeterince olgunlaşmamış yeşil sarı muza oranla içinde daha az nişasta, daha az şeker içeren bir meyve. Zaten bu nedenle de olgunlaşmamış muzun glisemik indeksi yüzde 30’lardayken, rakam olgun muzlarda yüzde 60-70 civarında.
Dolayısıyla olgun muzların kan şekerini yükseltme ve kilo artırma ihtimalleri daha fazla. Diğer taraftan yeşil muzun içindeki sindirilemeyen dirençli nişasta yapısı onu bir tür “diyet lifi” haline getiriyor.
Yeşil muzların güçlü bir pektin kaynağı olması da başka bir avantaj. Pektin de bir diyet lifi. Muz olgunlaştıkça parçalanıyor, olgun muzun yumuşak, hamursu bir kıvam almasının nedeni biraz da bu değişim oluyor.
Yeşil muzdaki dirençli nişasta kadar pektinin de kan şekeri kontrolü üzerinde olumlu etkileri var. Diğer taraftan yeşil muz, yine içindeki güçlü nişasta yapılanması nedeniyle son derece etkili bir “prebiyotik” yiyecek görevi üstleniyor, yani bağırsaklardaki faydalı bakteriler için de mükemmel bir besin kaynağı.
Yeşil muzun içindeki dirençli nişasta ve pektin bağırsaklarda parçalanmadığından bunlar sizi beslemek yerine bağırsaklarınızdaki dost bakterileri besliyor.
Dost bakteriler de (probiyotik bakteriler) bu iki tip lifi fermante ederek bitürat ve başka kısa zincirli yağ asitlerini üretiyor.
Bu önemli, hem de çok önemli bir bilgi: Kısa zincirli yağ asitleri bize kolon kanserinden koruma ve insülin direncini engelleme dahil pek çok alanda yardımcı oluyor.
Özeti şu: Mesele lezzet değil de sağlık yararıysa muzu iyice olgunlaşıp sararana ve hamur kıvamında yumuşayana kadar bekletmeden yeşilden sarıya dönme döneminde tüketmek daha sağlıklı. Teşekkürler Dr. Murat Keklikoğlu.
Muzda neler var
Sağlık yazılarına başlayalı 15 yılı geçti ama doğru dürüst bir “muz ve sağlık” yazısı yazmadım. Hatta bu yüzden hemşerilerim de gönül koydular. Biraz daha ileri gidip beni Yavuz Donat abiye şikâyet edenler (!) bile oldu.
O da bana köşesinden “Osman hoca haberin olsun hemşerilerin muz ve sağlık konusunda bir şey yazmadığın için sana kırgınlar” uyarısında bulundu. Sanırım bu yazı o kırgınlığı birazcık azaltacaktır.
Evet, şu bilgi çok net ve açık: Muz sağlıklı bir besin. Özellikle yukarıdaki bilgiler ışığında iyice olgunlaşmadan yendiğinde sağlık yararı kanser ve kilo meselesinden korunmada bile işe yarayacak gibi görünüyor.
Mideyi yatıştırıyor. Reflüyü azaltabiliyor. Orta boy bir muz yaklaşık 100 gram civarında, 100 kalori civarında enerji içeriyor. Peki, içinde neler var?
1- 3 gram posa (günlük ihtiyacın sekizde biri)
2- Bol potasyum (günlük ihtiyacın yüzde 10-15’i)
3- Tıka basa C vitamini (günlük ihtiyacın yüzde 15-20’si)
4- İnanılmaz miktarda B6 vitamini (günlük ihtiyacın beşte biri)
5- Bol bol magnezyum (günlük ihtiyacın yüzde 10’u)
Eczane mi, dermanhane mi?
Geçen hafta Türkmenistan’daydım. Polimeks’in yaptığı muhteşem Aşkabat Havaalanı’nın açılış törenine katıldım. Beni son derece şaşırtan başka şeylerle de karşılaştım.
Türkmenistan’da özellikle sağlık alanında çok güzel şeyler oluyor. Bu iyi gelişmelerin öncülüğünü de yine bizim Türk doktorları ve müteahhitleri yapıyor.
Ateşi çıkan bir yolculuk arkadaşımızın problemini çözmek için eczane aradık. Eczanenin kapısındaki yazıyı görünce de çok ama çok şaşırdık: Dermanhane!
Evet, Türkmenistan’da eczane sözcüğü yerine “dermanhane” sözcüğü kullanılıyor. Mükemmel bir tercih. Çok beğendim.
Hangi makarna
Makarnanın sağlıklısı olur mu? Sağlıklısı olmasa bile daha az zararlısı pek âlâ olabilir. Mesela mı?
- Az pişmiş makarna çok pişmiş makarnadan
- Soğuk makarna sıcağından
- Kepekli makarna kepeksiz makarnadan
- Sebzeli makarna sebzesiz makarnadan
- Protein eklenmiş makarna (kıymalı, yoğurtlu, etli) proteinsiz makarnadan
- Az yağ eklenmiş makarna, yağ içinde yüzen makarnadan
- Domates veya salça eklenmiş makarna domatessiz ve salçasız makarnadan daha sağlıklıdır.
Paylaş