Paylaş
Besinlerle alınan glikozun hücrelere girip enerji kaynağı olarak kullanılabilmesi hücrenin insüline doğru yanıt vermesi ile mümkündür.
Eğer insülin glikozu hücreye sokamıyor, insüline hücre ve dokular yanıt vermiyorsa bir insülin direnci mevcuttur.
Bu durumda hücreye giremeyen glikoz, kanda birikir ve zararlı biyokimyasal süreç başlar. Neticesi hücre ve dokuların, organların hızla yaşlanmasıdır.
İnsülin direncinde karaciğer ve kaslar; şeker, yağ ve proteini kan dolaşımından düzenli olarak temizleyemezler. Bu besinler kanda “sıkışmış” hale gelir. Uygun miktarda kalori ile beslenilmesine rağmen besinler, enerji sağlamak için kullanılacakları hücreye giremedikleri için (hücreler yakıtsız kaldıkları için) organlar besin bolluğu içinde açlık çeker hale gelir. Yorgun ve bitkin bir yaşam kaçınılmazdır.
Bu yoğun açlık duygusu özellikle yüksek miktarda şeker ihtiva eden yüksek kalorili besinlere (makarna, tahıl, alkol) yönelmeye sebep olur. Bu da bir kısır döngü yaratır, HİPERİNSÜLİNEMİ’yi daha da kızıştırır, şiddetlendirir.
Yavaş yavaş bel çevresinde yağ birikmeye, kanda trigliserit ve tokluk kan şekeri artmaya, kan basıncı yükselmeye başlar: Artık erken ve hızlı yaşlanma da tetiklenmiştir. Bir süre sonra LDL kolesterolünüz yükselmeye, HDL kolesterolünüz düşmeye, damar sertliği kalp ve damar sorunları oluşmaya başlar. Şeker hastalığı ve hipertansiyon orta ve uzun vadede sizin kaçınılmaz konuklarınız olacaktır.
İnsülin rezistansına yol açan en temel sorun genetik eğilimdir. Kan insülin seviyesini tahrik eden bir beslenme şekli (öğün atlayıp birden yüksek kalorili gıdalar -un, şeker, nişasta- almak, uzun süreli açlıktan sonra aniden yoğun kalori tüketmek, sık sık tek öğünde yüksek kalori içerikli gıdaları tüketme eğiliminde olmak) ve hareketsiz bir yaşam tarzı da insülin rezistansını tetikler.
İnsülin direncini çözerken iki temel unsuru kesinlikle ihmal etmemelidir:
Asla büyük öğünler yememek ve olabildiğince şeker veya şekere dönüşebilen besinleri azaltmak.
Kolesterol gerçekten zararlı mı
Kolesterol konusunda deneyimli ve bilgili biri olduğundan kuşku duymadığım kalp uzmanı Dr. Murat Kınıkoğlu bakın ne diyor: “Kolesterolün masal olduğunu söylemek için kanıta dayalı tıbbı inkâr etmemiz gerekir.
Kolesterol yüksekliği ile kalp damar hastalıkları arasındaki ilişkiyi gösteren bir çalışmada tam 12 milyon kişi takip edilmiş ve kolesterolü yüksek olan 56 bin kişiden 34 bininde İskemik Kalp Hastalığı, 12 bin felç ve 10 bin yaygın damar hastalığı saptanmıştır.”
Kolesterol ilaçlarının kullanımı ile ilgili bir tartışma açılmasından ben kendi adıma memnunum.
Bu ilaçların faydalı olup olmadığını tartışmak bana göre yersiz ve eldeki bilimsel verilere bakılırsa aynı zamanda gereksiz!
Statinlerin doğru hastada, doğru zamanda kullanımı koroner kalp hastalığı ile mücadele şimdilik doğru bir yaklaşım gibi görünüyor.
Bence sorun, bu ilaçların gereksiz yere ve yüksek dozda, zaman zaman da hastalara gerekli takipler yapılmadan verilmesinde.
Hekimlerin reçetelerine statin yazarken eskiye oranla dikkatsiz davranabildiklerini de kabul etmemiz lazım.
Sadece total veya LDL kolesterol rakamlarına bakılarak bu ilaçların reçeteleniverdiğini hepimiz biliyoruz. Asıl tartışmamız gereken noktalar bunlar.
Daha da önemlisi çoğu zaman hastalarımıza “fazla kilolarınızı verin, beslenme planınızla şu şu değişiklikleri yapın, fiziksel aktivitenizi artırın, günlük adım sayınızı 7500’ün üzerinde tutun, stresten, üzüntüden, öfkeden, hiddetten, uykusuzluktan uzak durun” gibi tavsiyeleri söylemeyi bile unutuyoruz.
Sigara içen hastalarımıza, “sigara içmeye devam etmeniz halinde bu ilaçlarla sağlayacağınız yarar pek anlam ifade etmez” deyip sigarayı bırakması yönünde telkinde bile bulunmuyoruz.
Bunlar bana sorarsanız bizim “hekimlik suçlarımız” ve bu eksikliğimizi kabul etmemiz lazım.
Çünkü çok iyi biliyoruz ki kalp damar hastalıklarını önlemenin yolu yalnızca yüksek kolesterolü düşürmekten değil aynı zamanda başta beslenme ve fiziksel aktivite olmak üzere hayat tarzımızda köklü değişiklikler yapmaktan geçiyor.
Anti-insülin program
1. Beslenmenizde her türlü şekeri sınırlayın (fruktoz, sukroz, glikoz). Yoğun beyaz un kullanılarak yapılmış besinleri yemeyin (beyaz ekmek, kekler, makarnalar, krakerler, cipsleri gibi).
2. Tuzu çok az kullanın. Özellikle tuzlu-unlu ve tuzlu- nişastalı ürünleri azaltın. (Krakerler, tuzlu bisküviler, cipsler)
3. Yağsız protein kaynaklarına yönelin (balık, hindi, tavuk). Bu besinler insülin karşıtı bir madde olan glukagonun yapımını artırır.
4. Karbonhidrat alımınızı sınırlayın. Kompleks karbonhidratlara ağırlık verin. Meyvelerin yoğun şekerli olanlarını yemeyin. Glisemik değeri düşük meyve ve sebzeleri kullanın.
5. Düzenli egzersiz yapın. 40-60 dakikalık yürüyüşü haftada en az 4-6 kez tekrarlayın. Ayrıca ağır bir yemek yediyseniz, 30-60 dakika sonra 30-60 dakikalık ek yürüyüş yapın.
Paylaş