Paylaş
Ve sizde insülin direnci olup olmadığını anlamanız için, hayli basit bir yol da var..
Bir mezura bulun ve yazımızı okuyun yeter...
Şeker hastalığı ‘dalga dalga yayılıyor!’. Hasta sayısı bizde de artıyor. Önlem alınmaz ise, 10-15 yıl sonra belki de her beş yetişkinden biri şeker hastası olacak! Peki ne oldu da daha 30-40 yıl önce sıklığı %3’leri bulmayan rakamlar daha şimdiden %15’lere dayandı? Bir şeker hastalığı salgını durumu mu var? Bu sorulara rahatlıkla ‘evet’ yanıtı verebilirim. Eğer ‘şeker/beyaz un/nişasta tutkumuzu’ kontrol altına alamaz, ‘miskinlik /hareketsizlik/tembellik probleminin’ önüne geçemezsek sorun daha da büyüyecek. Şekerlerimiz yükselecek, pankreaslarımız daha çok insülin üretecek, kullanamadığımız insüline oluşan direnç bizi önce ‘şeker hastalığı adayı’-, sonra da ‘şeker hastası’ yapacak. Nedenine gelince...
NE OLUYOR?
İnsülin direnci sebebiyle hücreye giremeyen bu madde damarlarımızda birikiyor, kullanılamayınca da (şekerle beraber) damarlarımızda ‘serseri bomba’ gibi dolaşıyor. İnsülin ‘açlık hormonu’ da olduğu için, o yükseldikçe, biz ‘acıkma atakları, tatlı krizleri, börek, makarna nöbetleri’, ‘buzdolabı ziyaretleri’ yapıyor, geceleri ‘mutfaktaki yemek hırsızı tripleri’ geliştirmeye başlıyoruz. Kısacası insülin direnci son derece tehlikeli yolun başlangıç noktası. O tehlikeli yolda bizi bekleyen daha birçok ‘tuzak’ var. Bunlardan ilki yemeklerden sonraki kan şekeri düşmeleri, yani ‘hipoglisemi atakları!’. Tıp dilinde ‘reaktif hipoglisemi’ diye adlandırdığımız yemek sonrası şeker düşmeleri de diyabete giden yolun ilk adımlarından başka bir şey değil. Biz bu ‘tatlı hayat’ın rehavetine kapılıp göbeklerimizi genişlettikçe, yemeklerden sonra uyuklamaya başlamamız (en azından azıcık –tabirimi hoşgörün- aptallaşmaya başlamamız), işe güce konsantre olamamamız, unutkan birileri olmamız sürpriz olmamalı. Yemek sonraları yaşadığımız terlemelerin, sinirlilik ya da yorgunluk/bitkinlik nöbetlerinin, frenleyemediğimiz buzdolabı ziyaretlerinin nedeni de aynı şey. Yani işimiz zamanla daha bir zorlaşıyor, açlığa tahammül gösteremeyen, aç kaldığında çok hızlı –neredeyse çiğnemeden yutan- yiyen, masada ne varsa silip süpüren, sinirli, keyifsiz, kavgacı, tatsız, tuzsuz biri haline de gelebiliyoruz. Tatlı tutkumuzun tavan yapması, açlık krizlerinin günde 3-5 defa kapımızı çalmaya başlaması ise bu gelişmelerin doğal bir sonucu.
NEDEN OLUYOR?
Kısacası insülin direnci ile gizli şeker aynı şeyler değil ama bizi önce gizli şekere, sonra da şeker hastalığına götüren yolun taşlarını bu direnç, yemek sonrası yaşadığımız ‘canım yine tatlı bir şeyler çekiyor!’ tripleri, yakında kapımızı çalacak diyabetin habercileri. Tatlı yemek hepimizi mutlu ediyor. Birkaç dilim baklava, kaymaklı ekmek kadayıfı, nefis bir kazandibi ya da muhallebiye kimse hayır diyemiyor ama bu isteğin sıklaşması, insülin patlamalarının habercisi de olabiliyor. Sağlıklı biriyseniz ve tadında bırakabilmeyi başarıyorsanız tabiî ki siz de tatlı yiyebilirsiniz ama işin ‘tatlı’ durumundan ‘tutku’ durumuna dönüştüğünü hissederseniz, lütfen dikkatli olun. Ertesi günü kahvaltı yapmadan, aç karnına bir laboratuara gidip kan şekerinizi ölçtürün. Sadece açlık şekerinizi değil, mutlaka tokluk şekerinizi de kontrol ettirin ve lütfen açlık ve tokluk insülinlerinize, en azından açlık insülininize baktırmayı da ihmal etmeyin.
NE YAPMALI?
Açlık şekeriniz 100’ün üzerinde, tokluk şekeriniz 70’in altı veya 140’ların üstünde, açlık insülininiz de 8’den fazla bulunursa, sizde de insülin direnci gelişmiş olabilir. Hele hele açlık insülininiz 15-20’li rakamları bulmuşsa süreç bir hayli ilerlemiş demektir. Diyelim ki böyle bir imkânınız yok ya da kan tahlili yaptırmaya ayıracak zaman bulamıyorsunuz, üzülmeyin, bunun da çaresi var... Hem de çok kolay ve basit bir çare!
BİR MEZURA YETER!
Evinizde mutlaka bir mezura vardır. Mezurayı elinize alın ve göbek çevrenizi ölçün. Bulduğunuz rakam erkekseniz 100, kadınsanız 88 cm’nin üstünde olmamalı. Erkekler için 95, kadınlar için 80 cm’lik rakamının üzeri de, alarm sayılmalı. Diyelim ki daha fazla emin olmak istiyorsunuz. O zaman sadece bel çevrenizi değil, bir zahmet kalça çevrenizi de ölçün. Bulduğunuz rakamı ‘bel/kalça oranı’ olacak şekilde oranlayın. Eğer bu oran 0.8’in altındaysa işiniz kolay, fazla korkmayın. Ama bu oran büyür ve özellikle 1’in üzerine çıkarsa lütfen ihmal etmeyin ve ‘Bende de insülin direnci gelişmiş olabilir mi?’ diye araştırın.
NE YAPALIM?
İnsülin direnci ve giderek artan DİYABET RİSKİNİ ciddiye almak zorundayız. Çünkü insülin direnci sadece diyabete giden bir yolun başlangıcı değildir. Yoldaki duraklarda koroner kalp hastalığından hipertansiyona, bellek sorunlarından bunamaya, romatizmal problemlerden kanserlere kadar değişen pek çok sorun vardır. Gelin bu sorunları daha tohum aşamasındayken, yani tohum çimlenmeden, hiç olmazsa çiçek açıp meyve vermeden engelleyelim. Gelin daha az un, şeker, nişasta tüketelim. Gelin şu miskinlik sorununa yeni çözümler üretelim, en azından her gün düzenli olarak yürümek için çareler üretelim, daha az şeker, daha az un, daha az kalori ve daha sağlıklı bir kilo için gayret gösterelim, yoksa işimiz gittikçe zorlaşacak, haberiniz olsun...
SADECE DİYABET DEĞİL
Eğer sorunu insülin direnci safhasındayken kontrol altına almayı beceremezseniz, bu tablo sizin şişmanlamanızı kolaylaştıracak, kilo almanızı hızlandıracak ve kilo vermenizi de imkânsız hale getirecektir. Zamanla tokluk şekerindeki düşmeler yerini tokluk kan şekerinin 200 rakamını zorlamasına ve daha sonra açlık kan şekerinizin de önce 110’ları sonra da 120’li rakamları geçmesine neden olacaktır. Ayrıca açlık şekeriniz 126’nın üzerine çıktığı zaman ‘klinik diyabet’ de başlamış demektir.
Paylaş