Paylaş
Bazı sağlık sorunları hastaları da doktorları da şaşırtır. Hastalar ne anlatacaklarına karar veremezler veya yaşadıkları sorunları yeteri kadar açık ifade etmekte zorlanırlar.
Benzer bir sorun doktorlar için de söz konusu olabilir. Her zaman çok sayıda ve tipik işaretlerle ortaya çıkan bir sağlık problemi bazen hiç beklenmedik arızalar vererek doktorları zor durumda bırakabilir. Zaten böyle olduğu için de “hastalık yok hasta vardır” deyimi biz doktorlar arasında pek sevilir!
Belirtileriyle bizi de sizi de şaşırtabilen sağlık sorunlarından biri de hipoglisemidir. Hipoglisemi denince herkesin aklına (doktorların, hastaların) hemen “çabuk acıkma, tatlı krizleri, yemeklerden sonra uyku halleri, kafa karışıklığı, konsantre olamama durumları, sık tekrarlayan iç ezilmeleri” gibi işaretler gelir ama “Uykusuzluk çekiyorum, gecenin ortasında pat diye uyanıveriyorum. Hem de cin gibi!” diye yakınan bir hastayı inceleyen doktorun aklına “kan şekerinin düşmüş olabileceği ihtimali” pek gelmez.
“Geceleri terden uyuyamıyorum, yattıktan iki saat kadar sonra fanilam, pijamam su içinde yataktan fırlayıp üstümü değiştirmek zorunda kalıyorum” veya “Her sabaha mutsuz, keyifsiz uyanıyorum, bütün gece uyusam bile yorgunluktan gözümü açamıyorum, bir de bu aralar müthiş bir kötümserlik duygusu içinde adeta boğuluyorum” gibi cümlelerle derdini anlatan hastanın derdine çare arayan doktorun da aklına “sorunun arka planında gözden kaçmış bir hipogliseminin” yatabileceği olasılığı pek gelmez.
Zaten bu nedenle de eski hekimler hemen her sorunu taklit edebildiğinden dolayı hipoglisemi için “hastalıkların maskarası” deyimini kullanmışlardır. Haksız da sayılmazlar...
ÖNEMLİ
ATİPİK HİPOGLİSEMİ BELİRTİLERİ
Hipoglisemiyle ilişkili olabilecek atipik belirtiler çoğu zaman gözden kaçtığı için hipoglisemi teşhisinin konulmasında geç kalınıyor, birçok insan bu nedenle doktor doktor dolaşıp duruyor. İşte en sık görülen atipik hipoglisemi işaretleri...
* Depresyonu andıran işaretler
* Tekrarlayan panik atakları
* Çözüm bulunamayan yorgunluklar
* Sebebi belirlenemeyen baş dönmeleri
* Yönetilemeyen gündüz uyuma istekleri
* Unutkanlık ve konsantrasyon yetersizlikleri
* İzah edilemeyen baş ağrıları (özellikle sabahları baş ağrısıyla uyanma durumu)
* Ani sinirlenme atakları, öfke nöbetleri, çabuk ve hızlı tepki vermeler, bazen de sebepsiz ağlamalar
* Üşüme, genel bir soğukluk hali, özellikle el ve ayaklarda soğuma duygusu
* Sebebi belirlenemeyen bayılmalar
BİR BİLGİ
NASIL TEŞHİS EDİLİYOR?
Hipoglisemi yukarıda da belirttiğimiz gibi teşhisi kolay zannedilen ama çoğu zaman gözden kaçan sağlık sorunlarından biri, belki de en yaygın olanı ve en önemlisi.
Doğru teşhis için kan şekerinin açlık ve tokluk değerlerini bilmek, ama kan şekeri değerleri yanında insülin seviyelerini de belirlemek gerekiyor.
Teşhiste nasıl bir yol izleneceği ve hangi testlerin uygulanacağı sizi değerlendiren doktorun kararına bağlı. Çünkü çok detaylı incelemelere rağmen içinden çıkılamayan hipoglisemi vakaları da var.
BİR NOT
HİPOGLİSEMİ NEDEN YAYGINLAŞTI?
Hipogliseminin sık görülen bir sağlık problemi haline gelmesinin bana göre en önemli nedeni “yaşam tarzımızdaki yanlışlıklar”dır. Öncelikle yanlış beslendiğimiz için çoğu zaman hipoglisemiyi biz bilerek ve isteyerek, hatta “kırmızı mumlu davetiyeler” göndererek çağırıyoruz.
Bugün olduğu gibi yanlış karbonhidratları, yanlış yağları ve özellikle bu ikilinin birlikte olduğu yiyecekleri (ekmek, pirinç pilavı, makarna, fırın ve pastane ürünleri, pizza, bisküvi, gofret, cips ve benzeri atıştırmalıklar, gazlı, gazsız meyve suyu ve meşrubat) bugünkü gibi fazla miktarda yiyip içmeye devam edersek, hipoglisemiye yakalananların sayısının artacağı kesindir.
Önemli bir diğer sorun da hareketsizliktir. Hatta belki hareketsizliği beslenme yanlışlarının bile önüne koymamız uygun olur. Karbonhidrat ağırlıklı beslenme ve hareketsizlik bir araya geldiğinde özellikle genetik eğilimi olanlarda (ailesinde diyabet eğilimi bulunanlar, göbeğinden, belinden kilo alanlar) kısa bir süre sonra önce insülin direncine, sonra da reaktif hipoglisemiye yakalanıyorlar. İnsülin direncinden korunmak istiyorsanız öncelikle ne yiyip ne içtiğinize dikkat edin ve daha hareketli bir hayat sürmenin yollarını arayın.
BİR UYARI
ŞEKERDEN NİYE KORKMALIYIZ?
Fazla şeker tüketmek pankreasımızın daha çok insülin yapmasına (hiperinsülinemi), kanda yükselen insülin seviyesi hücrelerimize ihtiyaç duyduğu şekerin girememesine (insülin direnci) ve kan şekerinin hızla düşmesine (reaktif hipoglisemi), başta beyin olmak üzere şekersizlikten etkilenen sistemlerimizin yeniden şekerli gıdalara yönelmesine neden oluyor. Bir kısır döngüye giren vücudumuz fazlalıkları da depolamayı ihmal etmiyor. Göbek, ense, gıdık derken yağ depoları “full”leniyor.
Bel çevresindeki ve kilodaki artışı izleyerek “çok laf az iş” üreten pankreas erken emeklilik hayalleri kurmaya başlayınca, Tip 2 diyabetin ortaya çıkması an meselesi oluyor. Yükselen trigliserid ve LDL (kötü) kolesterol değerleri, düşük HDL (iyi) kolesterol, damar sertliğinin, kalp hastalıklarının, inmelerin, felçlerin yolunu açıyor. Ayrıca depresyon, migren, görme ile ilgili sorunlar, otoimmün hastalıklar, gut ve osteoporoz da aşırı şeker tüketiminin sonucunda gözlemlenebiliyor.
Araştırmalar karbonhidratların (tatlılar başta olmak üzere) beyindeki serotonin adlı maddeyi uyardığını gösteriyor. “Bol şekerli” bir öğünden sonra kendinizi nasıl da iyi hissettiğinizi bir düşünün. Biliniz ki bu iyilik hali geçicidir. Saatler hatta dakikalar geçtikçe kendinizi yorgun, bitkin ve halsiz hissetmeye başlarsınız (reaktif hipoglisemi).
Şekerli besinleri, karbonhidrattan zengin gıdaları herkes sever. Kimi baklavacıdır, kimi börekçi! İlla ki karbonhidratçı! Ancak siz bu ürünleri daha çok tükettikçe, şekere olan toleransınız da artar. Yani “şeker eşiğiniz yükselir”. Beslenme alışkanlıklarınız sizi bir “şeker canavarı”na dönüştürür.
Neyse ki bu filmi geri sarmak mümkündür. Dengeli, nitelikli, ana gıda maddeleri açısından niceliği (şeker kadar proteini, yağı, posası da) iyi ayarlanmış beslenme planları ile “şeker bağımlılığı”ndan kurtulabilirsiniz.
BİR SORU
YAŞLANDIKÇA DAHA MI ÇOK KAŞINIRIZ?
Kaşıntı, yaşlılarda en sık rastlanan cilt yakınmasıdır. Öncelikle kollarda ve bacaklarda görülen, tüm vücuda da yayılabilen kuruma ve kepeklenme olur. Düşük ısı ve azalan nem nedeniyle kış aylarında kaşıntı daha da artar. Nispeten sıcak su ile yapılan banyolar da yakınmaları şiddetlendirir. Alerjik sorunları olanlarda yünlü veya sentetik giysilerin kullanılması kaşıntıyı alevlendiren bir başka etmendir.
Yaşlılarda kaşıntı, önemli bir sistemik hastalığın belirtisi olabileceği için hemen değerlendirilmelidir. Kaşıntının nedeni, böbrek yetmezliği, şeker hastalığı, tiroit sorunları, demir eksikliği, karaciğer hastalıkları, vitamin dengesizlikleri, bağışıklık sorunları ve kullanılmakta olan bir ilaca bağlı yan etki ya da alerji olabilir. Kserozis, liken, prurigo, ekzema, miliaria gibi cilt sorunlarının önde gelen belirtisi de kaşıntıdır. Psikolojik sorunlar da kaşıntı yapabilir.
Yaşlı ciltlerin güneş, nem ve diğer dış etmenlere karşı daha dikkatle korunması gerekir. Uzmanın önereceği tedaviyi dikkatle ve sabırla uygulamak, kaşıntıyı da onun yaratacağı tahriş, ciltte çizilme ve yırtılma ile başlayan enfeksiyon (bakteri, mantar gibi) riskini de azaltır.
DR. EVREN ALTINEL
Paylaş