Paylaş
Masum bir ortak isteğimiz var: Hayat kalitemizi iyileştirmek! Zengin-fakir, okumuş-okumamış olmamız, şehirde ya da köyde yaşamamız fark etmiyor. Her birimiz hayatımızı daha çok güzelleştirip iyileştirmek, keyifli ve huzurlu bir yaşam sürebilmek istiyoruz. Ve üstelik bu bizim en doğal hakkımız.
Öyle ya! Kim hak etmez, daha güvenli bir çevrede, daha konforlu yaşayıp keyifli bir ömür sürebilmeyi? Peki bu “hayata kalite kazandırma” işi nasıl başarılacak? İşe nereden ve nasıl başlanacak?
Doğrusunu söylemek gerekirse kolayca başarılabilecek bir iş değil bu. Pek çok belirleyicisi var. Her şeyden evvel de bilgi, ilgi ve ekonomi gerektiriyor.
Hayatın kalitesini yükseltmenin farklı vazgeçilmezlerinin olduğu kesin. Ama yine de en önemli ve etkilisi sağlığın kalitesini yükseltmek olduğu da kesin. Sağlığa kalite kazandıran şeylerin başında ise yiyip içtiklerimiz ve onların kalitesi, yani “gıda kalitesi” konusu var. Dolayısıyla “gıda kalitesi” en az “hayat kalitesi” kadar önemli bir alan.
Sağlığımızı ilgilendiren her şey gibi buna da kafa patlatmamız gerekiyor. Peki gıda kalitesi denince neyi, neleri anlamalıyız? Bir başka deyişle sorunlu gıdaları nasıl bilmeli, tanımalıyız? Buyurun...
Gıda kalitesi neden önemli?
Gıda kalitesi kavramı gıdanın miktarından ziyade içeriğine dikkat etmemiz anlamına geliyor. Mesela süt ürünlerinin hepsi (yoğurt, peynir, ayran...) sağlık için faydalı, hatta olmazsa olmaz besinler. Ne var ki süte nişasta, yoğurda jelatin, peynire patates karıştırdığınızda o süt ürünü faydalı olmak bir yana zararlı bir madde haline gelebiliyor.
Keza sebzelerin tümü mükemmel besinler ama bunları tekrar tekrar kullanılan bir yağda tavada kızartıp yediğinizde zarar görebiliyorsunuz. Zira o kızartmanın içi ve dışı vitamin, mineral ya da antioksidan değil de, trans yağ ve kanserojen hidrokarbon kaynıyor!
Diyelim ki marketten salça değil de ketçap aldınız. Bilin ki içinde 20’den fazla kimyasal katkı ve bol miktarda sağlığa zararlı yüksek früktozlu mısır şurubu var.
Diyelim ki çarşı pazar ya da bir AVM’de alışveriştesiniz. Hızlı bir şeyler yiyeyim dediniz. Eğer seçiminiz hamburgerse bilin ki bedeniniz her türlü işlenmiş gıdanın ve aklınıza bile gelmeyecek kimyasal toksinin saldırısı ile karşı karşıya demektir. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Netice şu: Hayatınıza kalite katmak istiyorsanız önce sağlıktan başlayın. Bunun için de öncelikle yiyip içtiklerinizi kontrol edin.
Paketlenmiş her gıdayı dikkatle inceleyin ve Hipokrat’ın bin yıl önce söylediği şu cümleyi lütfen ezberleyin:
Ne yiyorsanız osunuz.
Multivitamin hapları tehlikesiz mi?
Her güne kahvaltıda bir multivitamin hapı yutarak başlamak daha mı iyi? Bu hapların herhangi bir zararı, yan etkisi var mı?
Sağlığını düşünen herkes her gün bir vitamin hapı yutmalı mı, yutmamalı mı? Bu soruların cevabı öncelikle sizin “hangi yaşta olduğunuz” sorusunun yanıtına bağlı. Eğer 50 yaş altındaysanız, herhangi bir beslenme bozukluğu veya sindirim hastalığınız da yoksa durduk yerde her gün bir multivitamin hapı yutmanın gereği yok. Düzenli multivitamin desteğini yaşı 60’ları geçen, beslenmesi kısmen bozulup vücudu yıkım sürecine giren, neticede de vitamin, mineral desteği artanlara tavsiye ediliyor.
Şu bilgi de önemli: Genç yaşta birinin her gün bir multivitamin hapı alması vitamin yüklenmesi riskini de beraberinde getirebiliyor.
Özellikle folik asit, D vitamini, A vitamini gibi vitaminlerin fazlasının ciddi sorunlar yaratabileceği göz önüne alınırsa bu hapları her gün yutanların dikkatli olmalarında fayda var.
Şeker hastalığı nasıl tedavi edilmeli?
Bence soruyu “şeker hastalığı nasıl önlenmeli?” şeklinde sormanız daha doğru olur. Zira şeker hastalığı da pek çok kronik sağlık sorunu gibi “önlenebilir” bir hastalık ve yenilmemesi gereken bir goldür.
Diyelim ki yıllık sağlık taramanızda kan şekeriniz biraz yüksek bulundu ve doktorunuz size şeker hastası olduğunuzu söyledi. Sakın hemen ilaçlara yapışıp kalmayın. Sorunu haplarla çözebileceğinizi de sanmayın.
Hele hele “şekerinizi ameliyatla tedavi edelim” diyenlere asla inanmayın. Yeni başlayan erişkin tipi şeker hastalığında sadece fazla kiloları vermek, beslenme yanlışlarını düzeltip aktif bir hayat tarzını ısrarla uygulamak, özellikle de hemen her gün 45-60 dakika tempolu yürüyüşler yapmak sorununu tümüyle ortadan kaldırabiliyor. Yani çoğu şeker hastasında “metabolik regülasyon” ilaç bile kullanmadan da sağlanabiliyor. Diğer taraftan şeker hastası olsanız bile eğer “morbidobez” yani “hastalık düzeyinde aşırı şişmanlamış ve ağır düzeyde sağlık sorunları gelişmiş” biri değilseniz herhangi bir ameliyat teklifini de kabul etmeyin.
“Metabolik cerrahi” diye bir cerrahi yaklaşım var. Bu yaklaşımın bilimsel bir temeli de mevcut ama ne var ki son zamanlarda sadece “yoğun insülin ve ilaç tedavisine bile cevap vermeyen ağır obezlerde kullanılması gereken” bu yaklaşım hemen her diyabetliye tavsiye edilmeye başlandı. Sonuçları ağır, riski yüksek bir cerrahi yaklaşım türü olan bu tedavi biçimini uygulamak sadece çok özel durumlarda söz konusu olmalı.
Özeti şu: Şeker hastalığı –tabii ki erişkin tipi şeker hastalığı- hastaların neredeyse yarıdan fazlasında sadece yaşam tarzı değişiklikleriyle ilaçsız da tedavi edilebiliyor. Yine en az üçte birinde birkaç basit ilaç desteği, diyet ve egzersizle birlikte uygulandığında mükemmel sonuçlar veriyor. Cerrahi çözüme ise son derece sınırlı durumlarda ihtiyaç duyuluyor.
Laktozsuz süt sağlıklı mı?
Laktoz, süt şekerinin kimyasal adı. Süt ve süt ürünlerinde bol bulunan bir madde. Bağırsaklardan sindirilebilmesi için yine bağırsaklarda bulunması lazım gelen laktaz enzimine ihtiyaç var. Dolayısıyla laktozun parçalanması için laktaz şart.
Eğer bağırsaklarınızda yeteri kadar laktaz bulunmuyorsa süt veya süt ürünlerindeki laktozu yeterince parçalayamıyorsunuz.
Sindirilemeyen laktoz da incebağırsaklardan kalınbağırsağa ulaşıyor, oradaki bakteriler tarafından parçalanıp afiyetle yeniyor! Ne var ki bakteriler laktozu parçalarken inanılmaz miktarda gaz da üretiyor. Dolayısıyla “laktoz intoleransı” olan biriyseniz siz süt, ayran içince ya da yoğurt, peynir yiyince karında şişkinlik, gaz, ağrı ve mide bulantısı gibi sorunlarla karşılaşıyorsunuz.
Burada da pek çok çözüm önerisi var. İlki son derece basit: Süt ve süt ürünlerini bir defada ve çok fazla miktarda değil de zamana yayarak azar azar tüketeceksiniz. Böylece bağırsaklarınıza parçalayabileceğinden fazla laktoz yüklemeyeceksiniz. İkincisi süt yerine daha az laktoz içeren yoğurdu, peyniri tercih edeceksiniz. Daha etkili ve kalıcı bir çözüm istiyorsanız da laktozsuz süt ürünlerinden faydalanmanın bir yolunu bulacaksınız. Çünkü çocuklarınızın sütten, siz yetişkinlerin süt ürünlerinden, yani yoğurttan, ayrandan veya peynirden vazgeçmemeniz lazım.
Çünkü süt ve süt ürünleri çok güçlü protein kaynakları. Çok güçlü kalsiyum depoları. Ayrıca başka vitamin ve mineraller bakımından da son derece zengin besinler. Peki, laktozsuz sütü veya yoğurdu nereden bulacaksınız?
Marketlerde satılıyor. Yoğurt, süt alırken laktozsuzunu tercih edeceksiniz. Peki, laktozsuz süt veya süt ürünlerinin herhangi bir sağlık zararı söz konusu mu? Hayır, söz konusu değil. İçlerindeki laktoz kısmen veya tamamen ayrıştırıldığı için tatlılık derecesinde biraz farklılık olacak, hepsi o kadar.
Paylaş