Paylaş
Son zamanlarda en çok gündemde olan beş sağlık konusunun en az üçü -hatta tamamı- besinlerin içine eklenen yeni ve farklı yapılardan yani gıdalarımızın doğal yapılarının bozulmasından kaynaklanıyor. Örnek mi? Buyurun...
REFLÜ PATLADI
Mesela reflü sorunu bunlardan biri. Reflü veya hazımsızlık, daha doğrusu gaz, şişkinlik, mide yanmaları, geğirme, boğazda acı, ekşi, metalik bir tat ve benzeri şikâyetlere yol açan problemlerin çoğunun arka planında probiyotik eksikliği sorunumuz da var.
Sütte ve süt ürünlerinde doğal olarak üretildiklerinde bol miktarda bulunan probiyotik bakteriler pakete giren sütler, yoğurt ve ayranlarda maalesef yok denecek kadar azlar.
Neticede sindirimimize yardım edip bağırsak fonksiyonlarımızın normal işlemesinde önemli görevler üstlenecek “faydalı bakterilerin” azalması kolitten gastrite, reflüden ishale pek çok sindirim sorununun sebebi olabiliyor.
Örneğin yeni pek çok araştırma önemli ve yaygın bir sorun haline gelen “e.pylori gastriti”nin önemli bir nedeninin de probiyotik bakterilerin eksikliği (özellikle L. Reuteri) olduğunu gösteriyor.
KARACİĞER YAĞLANDI
Benzer bir sorun da aşırı fruktoz tüketiminden kaynaklanan karaciğer yağlanması, kilo salgını. Fruktoz son zamanlarda hayatımızın her noktasına giren bir şeker.
Sadece tatlılarda değil, bisküviler, gofretler, gazlı içecekler hatta fırın, pastane, fabrika işi tuzlu atıştırmalıklarda bile tıka basa fruktoz (nişasta bazlı fruktoz) var. Oysa bedenimizin günlük fruktoz işleme kapasitesi kısıtlı. 15-20 gramdan fazlasını, hele hele 30 mg.’ı geçen miktarları kullanamıyor.
İşte bu “kullanamayan fazla fruktoz” başımıza olmadık işler açıyor. Kilo aldırıyor. Karaciğeri yağlandırıyor. Yorgun düşürüyor. Acıktırıyor. Ödem, şişkinlik, gaz yapıyor. Zira biraz önce de belirttiğim gibi çok dikkatli olanlarımızın bile günlük fruktoz tüketimi 50 gr.’ı geçebiliyor.
NE YAPMALI?
İşte bu nedenle “sağlıklı beslenmeliyim” diyen herkesin bilinçli bir “fruktoz avcısı” olması, yiyip içtiklerinin içinde ne kadar früktoz olduğunu öğrenmesi sorgulaması tavsiye ediliyor. Doğal fruktozun en önemli kaynağı meyve. Diğer kaynaklar ve nişasta bazlı fruktoz şurubunun zararları konusunda yandaki kutularda bol bol bilgi var.
Umarım faydalanırsınız.
MEYVEYİ ABARTMAYIN
Meyvelerin tadını veren şeker de “meyve şekeri” olarak bilinen fruktoz. Onun da fazlası sağlığımız için bir tehdit. Sonuçta o da bir şeker. Mineraller, vitaminler ve antioksidanlar bakımından harika kaynaklar olsalar da meyve yemeyi işte bu nedenle abartmayalım.
Hayatınızdan tamamen çıkarmanızı önermiyorum ama lütfen dikkatli davranın. Bir oturuşta bir kilo portakal ya da elma yiyenler var. Çoğu maalesef sağlıklı bir iş yaptıklarını düşünüyor. Oysa karaciğeriniz ancak belli bir miktar (günde 15 gram kadar) meyve şekerini tolere edebiliyor.
İkinci kural ise mümkünse meyvenin kendisini yemek. Meyvenin suyunu sıkıp içmek onu blendırdan geçirmek doğru değil. O zaman meyvenin lif ve posaları blendırın haznesinde kalacağından, fruktoz hemen emilir ve karaciğere çok daha hızlı ulaşarak trigliserid yağına dönüştürülür.
Kısacası meyve yiyecekseniz tam olarak, mümkünse de kabuğuyla yemeye (mesela elma) özen gösterin.
SORUN ÖNEMLİ
Glikozdan farklı olarak fruktozun kullanılması için insüline gerek yoktur ve fruktoz glikoz gibi tokluk hissi de yaratmaz. Hâlbuki sofra şekerinden yapılan bir tatlıdan bir miktar yediğinizde glikozu hücrelerinize sokmak için insüline ihtiyaç duyar ve enerji ihtiyacınızı karşıladığınız için doyar ve yemeyi bırakırsınız. Ama içinde fruktoz olan bir tatlıyı, örneğin fruktozlu bir baklavayı yediğinizde doymak bilmezsiniz.
Uzmanlar, çok fazla fruktoz tüketmenin önce karaciğer yağlanması ve göbeğin büyümesine, ardından şeker hastalığına ve bazen de kansere zemin hazırladığı konusunda uyarıyorlar.
Bütün bunları söyledikten sonra günümüzde giderek artan kilo problemi ile karaciğer yağlanmasının temel nedeninin altını tekrar ve kalın bir çizgiyle çizmek istiyorum: Aşırı miktarda meyve şekeri, yani fruktoz tüketmek! Ve tehlikeyi artıran başlıca neden ise bu fruktozu meyveden değil, meyve sularından, gazozlardan ve eklendiği hazır yiyeceklerden, tatlılardan almak.
Bazı uzmanlar bir adım daha ileri giderek, korkutucu ama mantığa hiç de aykırı olmayan bir iddia öne sürüyorlar: Çok fruktoz, çok şeker, nişasta ve un -ama özellikle fruktoz- tükettiğiniz zaman siroza yakalanma ve karaciğer kanseri olma riskiniz de artabiliyor.
BİLİNÇLİ TÜKETİCİ OLUN
Pastane mamullerinin, hazır bisküvilerin, gazozların içinde bulunan ve fiyatı ucuz diye yiyecek-içecek endüstrisinin bol bol kullandığı nişasta bazlı fruktoz karaciğer yağlanması ve obezite salgınının başlıca nedeni. Paketlenmiş gıdalardan uzak durun. Canınız baklava çektiğinde, ucuz diye sahtesinden almayın. Nerede yapıldıklarını bilmediğiniz yiyeceklerle aranıza mesafe koyun.
Bir ürün satın aldığınızda da güvenilir bir marka olmasına özen gösterin. Mesela afiyetle yediğimiz bazı tereyağların içinde sıvı yağ olduğunu biliyor musunuz?
Yoğun Omega-6 içerdiği için dikkatli tüketin dediğimiz ayçiçeği, mısırözü yağı, pamuk yağı gibi tereyağı ile alakası olmayan yağlar konuyor içine. Siz tereyağı aldığınızı sanıyorsanız ama içinde bol bol margarin var!
Daha da kötüsü ise sizin halis tereyağı yediğinizi düşünmeniz için eklenen tereyağı aroması.
Aynı tereyağı aromasından ucuz baklavalara da katıyorlar. Bu aroma dediğimiz şey ise kimyasal bir madde ve karaciğeri zehirliyor. Bunlardan başka, bazı tam kaymaklı yoğurtların içine margarin katıyorlar. Siz yoğurt yediğinizi sanarken kaşık kaşık margarin yiyorsunuz.
Dondurmalar denetlense eminim onların içinde de bol bol margarin saptanır. Yani tüm bu kuşatmanın altında zavallı karaciğerlerimiz sadece yağlanarak paçayı kurtarabiliyorsa, bu da onun marifeti. Çünkü karaciğer dünyanın en başarılı toksin arıtma tesislerinden birisi ve ona ne kadar kötü davransak da görevini yapmaya devam ediyor. Tabii bir noktaya kadar!
Paylaş