Paylaş
Yağda eriyen ve depolanma özelliği olan D vitamininin kemikler üzerindeki etkisi tartışılmaz. Kalsiyum ve fosfor emilimini kontrol eden, osteoporoz ve kırık riskini azaltan D vitaminidir.
Araştırmalar, D vitamininin kalp-damar hastalıkları riskini azalttığını, damarlarımızın esnekliğini koruduğunu ortaya koydu.
Uzmanlara göre yüksek tansiyon, şeker hastalığı, kilo fazlalığı, trigliserid yüksekliği, otoimmün hastalıklar, bazı kanser türleri, enfeksiyonlar ve depresyon da D vitamini eksikliğinde daha kolay gelişiyor.
Güneşten gelen UVB ışınları, ciltte D vitamini yapımını başlatır. Güneşe maruz kalınan süre, mevsim, coğrafi bölge, yaş, cilt rengi D vitamini üretimini etkiler.
UVB’den korunmak için krem sürerken, güneş gözlüğü kullanırken, kışın üşümemek için sıkıca giyinirken daha az ışın aldığımızı ve daha az D vitamini ürettiğimizi fark etmeyiz.
Ayrıca, kistik fibrozis, inflamatuvar barsak hastalıkları, bazı karaciğer ve böbrek hastalıklarında yeterli D vitamini emilimi olmaz.
Gıdalarımızdan süt ve süt ürünleri, tahıllar, ekmek, balık çeşitleri (özellikle yağlı balıklar, örneğin somon, ton), yumurta sarısı iyi birer D vitamini kaynağıdır.
Ancak, D vitamininin yaklaşık yüzde 80’i ciltte sentezlendiği için beslenme yeterli bir kaynak değildir. Eksikliğinde mutlaka dışarıdan desteklenmelidir.
Ağız yolundan damla, kapsül veya ampul şeklinde kullanılan D vitamini ne iştah açar ne de kilo aldırır.
Domates suyu mu vişne suyu mu?
Renkli sebze ve meyvelere yönelmeniz konusunda sık sık uyarıda bulunuyoruz.
Yaz sıcaklarında serinlemek için bol bol su içmenizi de söylüyoruz.
Ama arada sırada suya göre daha lezzetli içecekler de arıyorsunuzdur. Haklısınız. Vişne suyu, hele evde yapılanı, limonata gibi çok sevilen soğuk içeceklerdendir.
Ekşi olması nedeniyle şeker içeriğinin çok düşük olduğu varsayılarak bardak bardak içilen vişne suyunun bir bardağı (200 gram) 115 kaloridir. Eğer tadını artırmak için şeker eklenmediyse...
Vitaminden ve mineralden zengin olduğu tesellisiyle içmeye devam etmek yerine başka seçenekler de aramanızda fayda var.
Örneğin domates suyu, fesleğen veya reyhan eklenerek, belki azıcık da karabiber konarak soğuk içilebilir. Aynı miktardaki vişne suyunun neredeyse dörtte biri kalorisi olan (30 kalori) domates suyu ciddi bir potasyum deposu olarak tıbbi bir öneme sahiptir.
A vitamini, kalsiyum, fosfor ve magnezyum miktarı da domates suyunda neredeyse iki katı kadardır.
Vişne suyu yalnızca demir açısından biraz daha zengindir, o kadar.
Bir uyarımız olacak: Hazır domates sularını yüksek sodyum içeriği nedeniyle önermiyoruz.
Dalında olmuş, ev yapımı domates suyuyla alacağınız likopen miktarını da düşünmenizi ve önümüzdeki kışa bedeninizi şimdiden hazırlamanızı öneriyoruz.
Uyku güzelleştiriyor
Uyku esnasında biraz daha fazla salgılanan büyüme hormonu, cildin canlı, diri, parlak ve genç kalmasını sağlar.
Sağlığınızın altın anahtarlarından biri de “iyi bir gece uykusu”dur. Tıp biliminin en az bilinen konularından biri olmasına rağmen elimizdeki sınırlı veriler bile “iyi bir uyku”nun hayat kalitemizin temel belirleyicilerinden biri olduğunu gösteriyor.
Uykusuz kişilerin kalp krizinden felce, kalp ritim bozukluklarından tansiyon yüksekliğine, kilo almadan depresyona pek çok hastalığa yatkın hale geldiği yüzlerce araştırmayla kanıtlandı.
Dahası, eğer bir gece önce güzel bir uyku çekemediyseniz yorgun, bitkin, halsiz, sinirli, işine gücüne odaklanmada zorluk çeken, öğrenme zorlukları yaşayan, yani iş başarısı ciddi ölçüde bozulan, daha da önemlisi kaza yapmaya eğilimli biri haline geldiğiniz ispatlandı.
Özetle; uyku bir “mola” gibi düşünülmemelidir. Uyku, vücudun kendini iyileştirdiği, uyanıkken ortaya çıkan problemleri tedavi ettiği, yara bereleri sarıp sarmaladığı bir “tedavi süreci” veya “iç ilaç” olarak kabul edilmesi gereken bir zaman dilimidir.
Araştırmalara bakılırsa önümüzdeki günlerde uykusuzluğun daha pek çok problemle doğrudan ilişkili olduğunu göreceğiz. Bunlardan bazılarının ipuçları daha şimdiden elimize geçti bile:
Uzmanlara göre iyi bir uyku uyuyamıyorsanız eğer, obez olma ihtimaliniz de, diyabete yakalanma riskiniz de artıyor. Uykusuzlarda ani ölüm riski beklenenden daha yüksek gibi görünüyor. Uykusuzların yaşlılıklarında bellek sorunları ile uğraşmaları, hatta daha da kötüsü bunamaları ihtimali de daha fazla deniliyor.
Omega-3 fakiriyiz
Beyin en yağlı organlarımızdan biridir. Beynin yüzde 60’ından fazlası yağ, önemli bir bölümünü de Omega-3 yağları oluşturuyor. Belki de bu nedenle Omega-3’lerden fakirleşen (Özellikle de DHA rezervi düşen) beyin sorun çıkarmaya başlıyor. Mesela “daha unutkan” oluyor. “Konsantrasyon zaafı”na düşüyor, “odaklanma ve çözüm üretme keskinliği”ni kaybediyor.
Durum erken fark edilemez de süreç ilerlerse “depresyon benzeri ruhsal sorunlar” devreye giriyor. Çok sayıda çalışma sonuçları gösteriyor ki, “Omega-3 özellikle DHA azlığı” ile sadece “unutkanlık, dikkat azlığı, depresyon”un değil, “bipolar bozukluk, kişilik bölünmesi, şizofreni” gibi sorunların ve Alzheimer’ın da bağlantısı olabilir. Gıdalarımızdan Omega-3 içeriğinin çok azaldığı yeni bir beslenme düzeni var. Çiftlik ineklerinin etinde, sütünde, kümes hayvanlarının eti ve yumurtasında, çiftlik balıklarının bedeninde maalesef eskisinden çok daha az Omega-3 bulunabiliyor.
Besinlerimiz Omega-3 yoksulu olunca biz de “Omega-3 fakirleri” haline geliyoruz. Oysa hepimizin, en başta da çocuklar, gençler, gebeler ve yaşlıların Omega-3 ihtiyaçlarını karşılaması çok önemli bir konu.
Tavsiyem şu: Yağlı balıklara yüklenin. Özellikle de soğuk sularda avlananlara. Bitkisel Omega-3 kaynaklarına yani ceviz, keten tohumu, semizotu ve diğer koyu yeşil yapraklı sebzelere ağırlık verin.
Proteinsiz olmaz mı?
İsterseniz soruya “alfabeden” yani “bedenimizin biyolojik işleyişinden” başlayarak yanıt arayalım.
Protein vücudumuzun temel yapıtaşlarından biri. Başta kaslarımız, destek dokularımız hatta derimiz, saçlarımız bile yoğun protein içeriyor.
Hayati mikrobileşenlerden enzimlerin de çoğu protein yapısında.
Proteinlerin temel yapıtaşı aminoasitlerdir. Bunların bir kısmı vücutta üretilebilse de bedende imal edilemedikleri için besinlerle kazanılması zorunlu olan “elzem aminoasitler” de var. Bu nedenle yumurta, süt (süt ürünleri), et, balık gibi hayvansal besinlere yalnızca zengin protein içerikleri nedeniyle değil elzem aminoasitlerden zengin oluşları nedeniyle de ihtiyaç duyuluyor.
Onlar “tam protein” olarak kabul ediliyor. Bitkisel proteinlerde aminoasitlerin tamamı yok. Bunlar da değerli proteinler ama “eksik proteinler” grubuna yerleştiriliyorlar. Bu nedenle hayvansal ve bitkisel proteinleri birlikte tüketmeliyiz.
Vücudumuza giren her besin gibi proteinin de belli bir miktarın altına düşmemesi ama üstüne de çıkmaması gerekiyor. Bedenimiz protein fazlasını bir kenarda depolayamıyor.
Ortalama olarak kadınlar günde 65, erkekler günde 90 gram civarında protein kazanıyor. Minimum miktar ise kadınlar için 45, erkekler için 55 gram civarı. Kısacası “protein şart!”
Temiz çevre=Daha az kanser
Çevre kirliliğinin çok sayıda kanserojen faktör içerdiği artık net ve açık bir şekilde biliniyor.
Akciğer kanserinin sigara dumanı dışında hava kirliliği, özellikle solunan havada bulunan radon gazı ya da asbest partikülleri ile ilişkisi var. Karaciğer kanserinin yiyecek içeceklerinize çevreden karışan çözücüler, PCB’ler olduğu yıllar önce anlaşıldı.
İyonize radyasyon ya da gereğinden fazla röntgen ışınlarına maruz kalmak meme kanserini tetikleyebiliyor. Sentetik östrojenlerin, plastiklerin, deterjanların ve daha pek çok kimyasalın da meme kanserine yol açabildiği net ve açık bir şekilde anlaşılmış durumda.
Listeyi daha da uzatmak mümkün. Talk pudrası, kuaföre ve güzellik uzmanlarının kullandığı bazı ürünler kadınlarda yumurtalık kanserine, Bisfenol-A gibi maddeler prostat tümörlerine, asbest tozları akciğer kanserine yol açabiliyor. Özetle kanserden uzak bir yaşam için temiz ve güvenli bir çevre oluşturmak zorunlu.
Paylaş