Paylaş
Vücudumuzda bulunan ter bezlerinin sayısı yaklaşık 5 milyon civarındadır. Terleme hızı ve miktarını ayarlayan bu bezler, vücut sıcaklığına ve kendi kendine çalışan otomatik ve sinirsel uyarılara bağlı olarak sıvı salgılamakla yani terlemekle yükümlüdür.
Ter ile kaybedilen sıvı, esas olarak su ve sodyumdan ibarettir. Diğer minerallerin miktarı oldukça düşüktür. Bulunduğumuz ortamın ısısı ter olarak attığımız sıvı miktarının esas belirleyicisidir. Ama yiyip içtiklerimiz, kullandığımız ilaçlar, genetik yapımız, hastalıklarımız ve hatta ruhsal durumumuz bile ter miktarımız üzerinde etkili olabiliyor.
Alkol ya da kafein bulunan içecekler, sıcak gıdalar, acılı ve baharatlı yiyecekler terleme miktarını artırıyor. Yüksek dozda kullanıldığında asetaminofen, aspirin, tiroit hormonu içeren ilaçlar da terlemeye yol açabilir.
Bazı insanlarda terleme kalıtımsal olarak fazladır. Bu kişilerde özellikle, avuç içi ve ayak tabanında, ayrıca koltuk altı ve kasıklarda fazla miktarda terleme olur.
Terleme miktarını hormon düzeyleri de etkiler. Menopoz ve andropozda, yani kadınlarda östrojen, erkeklerde testosteron hormonu azaldığında terleme artar. Düşük kan şekeri, kan şekerinde aşırı yükselmeye bağlı sinir sistemi hasarları, tiroit bezinin aşırı çalışması, tüberküloz, malta humması gibi enfeksiyon hastalıkları, sıtma ve benzeri parazit hastalıkları da aşırı terlemeye neden olabilir.
Uzun süreli nedeni bilinmeyen terlemeler, özellikle çok yüksek olmayan ama süreğen bir ateşle birlikte olursa lösemi ve lenfoma gibi kanserlere işaret edebilir.
NE YAPMALI?
Aşırı terleme sorununuz olduğunda öncelikle bir iç hastalıkları uzmanı, daha sonra da endokrinoloji uzmanı ve dermatoloji uzmanı ile işbirliği gerekebilir. Önce terlemenin neden kaynaklandığının belirlenmesi gerekir. Sonra da eğer ortadan kaldırılabilir ya da tedavi edilebilir bir sebepse buna yönelik çalışma ve önlemler yerine getirilmelidir. Kan tahlilleri ile enfeksiyon mu, hormon fazlası ya da eksiği mi, kan şekeri düşmesi ya da yükselmesi mi anlaşılarak tedavi planı yapılabilir.
Özellikle gündelik yaşamda konforu bozan koltukaltı ve avuç içlerindeki terlemelerde en etkili tedavilerden biri de botoks enjeksiyonlarıdır. Anestezi gerektirmeyen, muayenehane koşullarında yapılabilen ve 20 dakika kadar süren bu işlemin etkisi 6 ay kadar sürer.
BİR SORU
Kremler, gözaltı torbalarında etkili mi?
Bu soruya güçlü bir “evet” yanıtı vermek kolay değil. Doğru yanıt şimdilik “olabilir” şeklindedir. Gözlemler, üçlü veya dörtlü peptit karışımlarını içeren kremlerin yoğun kullanılmaları halinde gözaltı şişlik ve morluklarının azalabileceğini gösteriyor.
Peptitler, gözaltı morluklarının oluşmasına yol açan hemoglobin yıkımını azaltıyor. Damarlardan dışarıya sıvı sızmasını yavaşlatarak, gözaltı torbalarının oluşumunu bir ölçüde engelliyor.
Düzenli kullanıldıklarında peptit, koenzim Q-10, alfa lipoik asit içeren ürünler de C vitamini, yeşil çay özütü, üzüm çekirdeği özütü ihtiva eden göz kremleri de yüz güldürücü sonuçlar verebiliyor.
Özellikle yorgunluk, uykusuzluk ve alerjik kökenli göz şişmelerinde, soğuk kompreslerin de yardımcı olabildiği belirtiliyor. Soğuk uygulamalar bu bölgedeki kılcal damarları büzüştürerek, göz çevresine sıvı sızmasını yavaşlatıyor.
Bizim gözlemlerimiz ginkgo biloba, hesperidin (turunçgillerde bulunan bir flavonoid), chrysin (çiçeklerden elde edilen flavonoid), ascorbil palmitat (yağda çözünebilen C vitamini) ile güçlendirilmiş göz ürünlerini daha iyi sonuç verdiği yönündedir.
BİR BİLGİ
Göğüsler hapla büyümez!
Hayır! Göğüsleri büyüttüğünü ileri süren ispatlanmış hiçbir tıbbi yararı yoktur. Bu hapların çoğu yüksek dozda bitkisel östrojen içermektedir. Bitkisel östrojenlerin meme dokusunu genişletip büyütmesi, göğüsleri irileştirmesi söz konusu değildir. Özellikle menopoz öncesi dönemde bu ürünlerin kullanımı ciddi sorunlara, tıbbi problemlere yol açabilmektedir. Bu ve benzeri ürünlerin kullanılması tavsiye edilmiyor. Göğüs dokusunda önlenemez hasarlara hatta kansere yol açabilecek değişimlerin ortaya çıkabileceği belirtilmektedir. Bizim önerimiz bu yöndeki taleplerinizi plastik, rekonstrüktif ve estetik uzmanlarına danışarak çözmeye çalışmanızdır.
BİR NOT
Yüz masajı faydalı mı?
Masajın iyileştirici gücünün “ten-beyin bağlantısı”nda yattığını düşünüyorum. Bence dokunmaya ve dokunulmaya hepimizin çok ihtiyacı var. Kozmetoloji’nin “Fasial masaj” olarak tanımladığı “yüz masajı”nın cilde genç ve ipeksi bir görünüm vermesi de bana göre masaj sırasındaki dokunuşlar sayesindedir. Yüzünüze ya da bedeninizin başka bir yerine masaj yaparak/yaptırarak sağladığınız yararın en az yarısının bu keyifli dokunuşlardan ve kendine servis verme hoşluğundan ileri geldiğini söylemek pek de abartılı bir yorum olmaz.
Sonuç: Hepimiz sevilmeye, okşanmaya muhtacız. Bundan insan olarak keyif duyuyor, zevk alıyoruz. İster sevgiyle, saygıyla isterseniz şefkatle ya da aşkla dokunun hiç fark etmez, yeter ki dokunun! İnsanları kucaklayın, sarılın, okşayın, omuzlarını kavrayın, kollarına girin. Onlara güç, enerji, keyif verin, sevgi sunun, yaşamlarına güzellik katın. Dokunmaktan korkmayın!
Paylaş