Can bogazdan mı gelir...

Yaşlandıkça daha az kalori tüketmek ve daha basit, doğal bir beslenme şekline dönmek zorundayız.

Haberin Devamı

Anne ve ninelerimizin sık kullandıkları bir deyim vardır: “Can boğazdan gelir!” Bu deyimin en azından 40’ından sonrasında pek de doğru olmadığı anlaşılıyor. Yiyip içtiklerimizin ne ölçüde sağlıklı oldukları, zararlı unsurlar taşıyıp taşımadıkları zaten sorunlu, kalori bombası oldukları ise neredeyse kesinleşmiş durumda.
Mükemmel planlanmış bir makineden farksız bedenimizin ise yaşlandıkça daha zor öğüttüğü, öğütüp işlediği şeyleri hazmetmekte daha bir zorlandığı, hazmettiği şeyleri kullanırken de işin kolayına kaçtığı kesin.
Bir başka deyişle; yaşlanan her makine gibi insan bedeni de yaşlandıkça hafiflemek, daha az yük taşımak üzere dizayn edilmiş gibi görünüyor.
Bu, özellikle 40’lı, 50’li yaşlardan sonra belirginleşen bir durum.
Zaten bu nedenle tam da bu yaşlardan sonra yiyip içtiklerimiz bizi zorlamaya, “dokunmaya”, gaz, şişkinlik, reflü, uyku hali, terleme, mide ağrısı yapmaya başlıyor.
Oysa tam da yine bu yaşlarda biraz gelişen damak zevkimiz, biraz da iyileşen ekonomik imkânlarımız nedeniyle eskiye oranla daha fazla yiyip içmeye, “hayatın yeme içme kısmına” daha çok zaman, para ve akıl harcamaya başlıyoruz!
Toplumsal gözlemler de, bilimsel veriler de bize şunu öğretmeye çalışıyor: Yaşlandıkça daha az kalori tüketmek ve daha basit, doğal bir beslenme şekline dönmek zorundayız.
Özellikle bu yaşlardan sonra undan, şekerden, kızartılmış yağlardan, fazla kalorilerden, rafine besinlerden, fast food ürünlerden uzak kalmamız ve kendimizi bir ölçüde “azıcık aç kalmaya” alıştırmamız gerekiyor.
Bu kolay başarılabilecek bir süreç değil, biliyorum ve çoğu zaman ben de bu kuralı yeterince uygulayamıyorum ama 15’inci yüzyılda yaşadığını hatırladığım dünyanın ilk beslenme uzmanı o İtalyan papaz kesinlikle haklı:
Orta yaş sonrasında mezarımızı dişlerimizle kazıyoruz.

Haberin Devamı

Keşke her gün bayram olsa!

Sağlığın tanımlaması, “kişinin bedensel, ruhsal ve sosyal olarak tam anlamıyla iyilik hali”dir. Buradan çıkan sonuç; bir “hastalık ya da engel/özür durumunun olmaması”nın sağlığın sınırlarını belirlemede yeterli olamayacağıdır.
Bana göre sağlık, dengeli beslenme, düzenli aktivite, verimli uyku, güçlü aile ve dostluk bağları, renkli ve hareketli bir sosyal yaşamı temel almalıdır. Bunun üzerine bir de hasta olmayı beklemeden, yaş ve cinsiyet gibi değişkenlere göre, gereken zamanlarda, uygun gelen incelemeleri yaptırmak eklenmelidir.
Bayramlar, sağlığımızın ruhsal ve sosyal tarafını “besleyen” ve güçlendiren çok önemli zaman dilimleridir. Ailelerin “7’den 77’ye” bir araya gelmeye çabaladıkları bu değerli saatlerin çoğu sofra başında geçer.
İşte tam da o anlarda birbirimize olan sevgimizin ve saygımızın derinliğini göstermek istiyorsak (ve bunun birinci koşulunun da sağlığa özen göstermek olduğunu biliyorsak) sofraları nitelikli gıdalarla kurmaya, servis yaparken ısrarcı olmamaya, tabağındakileri yarım bırakanı ayıplamamaya özen göstermeliyiz. Uzun yıllar sevdiklerimizle aynı sofralarda bayram kutlaması yapabilmek için bu özen en önemli koşuldur.
DR. EVREN ALTINEL

Yazarın Tüm Yazıları