Paylaş
Bu olumlu gelişme doğal olarak “uzun ömürlülük/longevity” ile ilgili konulara gösterilen ilginin de artmasına yol açıyor. Zira uzayan ömrün yani hayatta kalma süresini sağlıklı bir ömre yani ayakta kalma sürecine dönüştürmek özellikle 60’lı yaşlardan sonra karşılaşabileceğimiz en önemli sorun. Bu nedenle başlıktaki sorunun yanıtını “Ayakta kal, hayatta kal” cümlesiyle özetlemek ve sadece uzun bir ömür değil sağlıklı bir ömre de odaklanmak vazgeçilmezimiz olmalıdır. Belki de bu nedenle benim en çok önemsediğim, kitaplarım, gazete yazılarım ve televizyon programlarımda en sık tekrarladığım mottolarımdan biri şudur: AYAKTA KAL, HAYATTA KAL!
AKLINIZDA OLSUN
BİZE SADECE HAYATTA KALMAK / ’OUTLIVE’ YETMEZ
“OutlIve” basitçe “hayatta kalmak” anlamına geliyor. Uzun ömürlülük ile ilgili yazılarını ve podcastlerini ilgiyle izlediğim ve birkaç kongrede sohbet etme fırsatı bulduğum Dr. Peter Attia’nın son kitabının adı da “Outlive”. Dr. Attia bu kitabında da -öncekilerde olduğu gibi- uzun ömürlülük ile ilgili önemli tavsiyelerde bulunuyor. Bunu yaparken de önceliğin “kronik/yaşa bağlı hastalıkları yenmek” olduğunu söylüyor. İlk sıralara da “metabolik işlev bozukluğunu, kalp ve damar hastalıklarını, kanserleri, Alzheimer ve benzeri nörodejeneratif hastalıkları” yerleştiriyor. Dr. Attia’ya kesinlikle katılıyorum. Bu adeta “mahşerin dört atlısı” gibi çalışan, ömrünüzü uzatsanız/hayatta uzun süre kalsanız hatta dünyaya çivi çaksanız (!) bile o süreyi maalesef isteseniz de istemeseniz de tatsız, tuzsuz geçirmenize yol açan bu dört sorunun temelinde de çoğu zaman ve öncelikle “insülin/kan şekeri dalgalanmaları”nın yani “insülin direnci canavarı”nın yattığının altını çiziyor. Çok iyi biliyoruz ki insülin ve kan şeker dengesindeki bozulmalar, öncelikle ve özellikle “metabolik işlev bozukluğu” yoluyla bilhassa 60’lı yaşlar sonrasının en önemli “kronik hastalık tetikleyicisi”dir.
Peter Attia
ÖNEMLİ
İNSÜLİN/ŞEKER DENGENİZİ DİKKATLE İZLEYİN
Eğer yaşla ilgili kronik ve kritik sağlık sorunlarıyla hiç karşılaşmamak veya mümkün olan en geç yaşlarda bu sorunlardan birine ya da birkaçına paçayı kaptırmak ya da eğer bu hastalıklardan herhangi birine yakalanmışsanız bile en az hasarla geride kalan ömrünüzü tamamlamak; kısacası orta yaşlar ve sonrasında size bahşedilen ömrü uzatabilmek ama bu zaman dilimini hastane polikliniklerinde, yoğun bakım yataklarında geçirmemek istiyorsanız bunlardan herhangi birine yakalanma olasılığının en önemli göstergeleri olan “insülin/kan şekeri” seviyelerinizi dikkatle izleyiniz. Zira bilimsel araştırmaların tümü “vücudun insülin hormonuna karşı duyarsızlaştığı ve glikozu/şekeri enerjiye dönüştürmede daha az verimli hatta yetersiz hale geldiği” İNSÜLİN DİRENCİ PROBLEMİNİ tespit etmenin sağlıklı bir ömür için ilk görev ve hedef olduğunun altını çiziyor.
KESİP SAKLAYIN
İNSÜLİN VE ŞEKER RAKAMLARI NE OLMALI
Her koşulda açlık insülininizi 5’in, açlık şekerinizi 100’ün, tokluk insülininizin 25’in, tokluk şekerinizi 140’ın altında tutmaya özen gösteriniz. Açlık insülininiz hiçbir zaman 8’den, tokluk insülininiz 40-50’den fazla olmasın. Açlık şekeriniz 110’ları, tokluk şekeriniz 160’ları zorlamasın. Bu dengenin üçer aylık göstergesi olan Hemoglobin a1C (Ha1C) rakamlarınız da 5.8’i geçmesin.
UNUTMAYIN
İNSÜLİN DİRENCİ KÖTÜ YAŞLANDIRIYOR
Size kesinlikle şaşıracağınız basit ama önemli bir bilgi aktaracağım: Vücudunuz tipik olarak genelde/istisnalar dışında bir seferde yaklaşık “sadece bir çay kaşığı kadar” glikoz/şeker bulundurur. Yemeğinizi yedikten kısa bir süre sonra kanınızdaki glikoz seviyeniz yükselir, vücudunuz/metabolizmanız pankreasa verilen içsel emirlerle insülin üreterek o fazla şekeri/glikozu karaciğer, kas ve derinizin altındaki yağ hücrelerine depolamaya yönelir. Bu yemek sonrası glikoz yükselme oranları öncelikle tükettiğiniz şekerli, unlu/nişastalı yani basit karbonhidratlardan zengin gıdaların/yiyecek ve içeceklerin miktarına bağlıdır. Kanda beklenenden/olması gerekenden daha fazla glikoz biriktikçe pankreasınız sisteme daha çok insülin pompalar. Ne var ki pankreasınız ne kadar çok insülin üretirse üretsin durum pek değişmez. Karaciğer, kas ve yağ hücreleriniz insüline karşı duyarsızlık göstermeye “insülin direnci tepkisi vermeye” ve “insülinin etkisini kabul etmemeye” başlar. Neticede de kandaki şeker/glikoz yüksek kalmaya devam eder, kalıcı bir insülin direnci hali devreye girer. İnsülin direnci durumunda vücudunuzda geriye tek bir metabolik yol kalmıştır: Kullanılamayan glikoz/şekerin yani fazla kalorilerin yağa dönüştürülmesi ve bu yağın “karaciğer, kas lifleri ve karın boşluğundaki organların içinde ve arasında toplanması”!
Unutmayalım ki bu yağlar kısa bir süre sonra iltihap üretmeye başlayacak ve kronik hastalıklara davetiye çıkaracak olan çöp/kirli/zararlı yağlardır.
BANA GÖRE
NE YAPMALIYIZ
Dr. Attia karaciğerde, kas dokusunda, karın içi organların ve kalbin etrafındaki bu yağ birikimini “suyla dolup taşan bir küvete” benzetiyor. Ve suyun döşeme tahtalarına ve halıya akarak evi tahrip ettiğini söylüyor. Bu son derece doğru ve güzel bir örnek. İnsülin direnci nedeniyle karaciğere, kaslara ve iç organlara toksik yağlar yığıldıkça insülin direnci daha da kötüleşmekte, vücutta daha fazla yağın biriktiği tehlikeli bir kısır döngü durumu ortaya çıkmaktadır. İnsülin direnciyle nasıl mücadele edebileceğimize gelince... Bu önemli sorunun yanıtını bir sonraki yazımda bulacaksınız.
Paylaş