Paylaş
Herkes aç mıyım tok muyum diye sormadan aklına geldikçe bir şeyler atıştırıyor. İşyerlerinde çekmeceler, evlerde buzdolapları abur cubur dolu.
Çoğu da maalesef işe yaramaz, “paketi hoş, içi boş” şeyler. Ne vitamin, mineral, antioksidan, posa, ne de sağlıklı protein, yağ, karbonhidrat var içlerinde.
Varsa yoksa kötü şeker, zararlı yağ, renk verici, tat verici (aromalar), koku ekleyici ve/veya koruyucu kimyasal...
Dahası var! Üretici ve pazarlayıcıları onları bize daha kolay satabilmek, lezzetlerine lezzet katıp daha sık ve çok yedirebilmek, özetle daha çok kazanabilmek için ellerindeki iki büyük kozu daha inatla kullanıyorlar.
Bu iki koz da son derece önemli. İkisi de tehlikeli olabilecek birer sağlık tehdidi. Kozlardan birincisi “şeker”, ikincisi de “yağ”.
Detaylar için buyurun...
İçlerinde ne var?
Bir atıştırmalığı beğendirmenin ve tekrar tekrar yedirip çok satabilmenin iki yolu var.
Birincisi o besinle ağzınızda dayanılması güç, hatta zamanla bağımlılık yaratabilen “lezzet patlamaları” yaptırmak.
İkincisi de o atıştırmalığın boğazınızdan adeta buz pateninde kayar gibi hızla kayıp gitmesini sağlamak.
Birinci maddeyi karşılamanın yolu ona eski adı ile “şeker”, yeni adıyla da “zehir” eklemekten geçiyor.
İkincisi içinse o atıştırmalığın içine damar düşmanı bir şeyi, yani “yağ”ı eklemeniz lazım.
Bu nedenle de hemen her atıştırmalıkta mutlaka bu ikili var.
En zararlı şeker
Atıştırmalık üreticileri tat verici olarak bilindik şekeri yani sakarozu kullanmıyor, yerine en zararlı şekeri, “fruktoz bazlı şekeri” tercih ediyor.
Fruktoz bazlı şekerin bir tür insülin direnci tetikleyicisi olduğundan, şekeri, tansiyonu, damar sertliğini, kanseri davet ettiğinden kimsenin kuşkusu kalmadı ama çoğu üretici bu affedilmez hatadan bir türlü vazgeçmiyor.
Fruktoz bazlı şekerle meyvedeki fruktozun aynı şeyler olduğunu da zannetmeyin ve mısır nişastasından elde edilen fruktoz bazlı şekerin GDO sorunu olduğunu hep hatırlayın.
Meyve şekeri “doğal” bir şeker.
O da fruktoz ama günde 30-40 gramına izin var. Bu nedenle atıştırmalık olarak meyveyi seçtiğinizde ya da meyve ve kuruyemiş bazlı katkısız bir atıştırmalığı tercih ettiğinizde -miktarı abartmazsanız- bir sorun yok...
Sonuç: Obez çocuk ve gençler, hasta yaşlılar
Neticede nişasta bazlı fruktoz da palm yağı da riskli. Her ikisi de kanseri tetikliyor. İkisi de damar sertliğini gıdıklıyor. İkisi de eklemleri çürütüyor, belleği bozuyor.Daha da tehlikelisi bu ikili insülin direncini tetikleyip obeziteyi patlatıyor. Ve sonra da bunları üretenler bu zararlı atıştırmalıkları bazen masumiyet karinesine sığınarak bazen de mutluluk, eğlence, keyif, hoplama-zıplama-atlama, tatil durumu gibi algılar oluşturarak bize çocuklar ve gençlere pazarlıyorlar.Lütfen biri bu işe bir dur desin. Lütfen aileler bu konuya birazcık daha eğilsin ve çocuklarının atıştırmalık seçimlerine dikkat etsin.
Palmiye yağı sorgu odasına alındı
Yağ seçiminde de bazı sorunlar var. Orada da sağlığa faydalı zeytinyağı ya da tereyağı olmuyor atıştırmalık üreticilerinin tercihleri. Ayçiçeği veya diğer bitkisel yağlar da değil! Ya ucuz ve güvensiz margarinleri tercih ediyorlar ya da foyası aslında 10 yıl kadar önce ortaya çıkan, şimdi de önce Avrupa Gıda Güvenliği Ajansı, sonra da Gıda ve Tarım Bakanlığımız tarafından sorguya alınan bir şüpheli yağı, palm yağını kullanıyorlar.
Oysa palm yağı da tıpkı “çakma şeker fruktoz şurubu” gibi hem ucuz hem de yapısı her kılığa girebilen ama miktarı bir gram bile eksilmeyen ucuz ve enteresan bir yağ. Saf haliyle bile içinde zararlı ve belki de kanserojen olabilecek bileşikler barındırdığı ileri sürülüyor. Isıl işlemlerden geçirildiğinde ise adeta bir trans yağ bombası haline geliveriyor.
Kısacası masum atıştırmalık, sağlıklı kahvaltılık diye pazarlanan, gençlere “mutluluk ve eğlencenin anahtarı” gibi sunulan çoğu atıştırmalık -abur cubur- maalesef bu yağ ile üretiliyor.
Şimdi boza zamanı
Boza mükemmel bir kış içeceği. Sağlık bakımından da son derece faydalı. Her şeyden evvel güçlü bir probiyotik ve prebiyotik yapısı var. Yani hem faydalı bakteriler, probiyotiklerden zengin hem de bu bakterileri besleyen prebiyotik unsurları ihtiva ediyor. Ayrıca bağışıklığı güçlendirdiği de tartışmasız kabul ediliyor. Ama yine de boza tüketiminde de dikkatli olmakta fayda var. Boza enerji içeriği yüksek bir besin, bir litresi yaklaşık 1000 kalori kadar enerji kazandırıyor. Bu nedenle en fazla bir bardağı ile yetinmek lazım.
Guatr hastaları nasıl beslensin?
Tiroit bezi hastalığı olanların yeteri kadar sebze, meyve ve kaliteli proteinlerden faydalanması gerekiyor. İyot eksikliği olanların soya ürünlerini fazla yememesi de önemli. Kafein ve alkol, tiroit bezi fonksiyonlarını olumsuz yönde etkiliyor.
Selenyumdan zengin besinler ise tiroit hastalarına özellikle tavsiye ediliyor. Selenyum düşüklüğü varsa ceviz, balık, et, kepekli ekmek, kabuklu deniz ürünleri, süt ürünleri ve yumurta sık yenmesi gereken besinler.
Çinkodan zengin besinleri de daha sık tüket-
mekte fayda var. Süt ürünleri, tam tahıllar, bakliyat grubu besinler, ayçiçeği çekirdeği, kabak çekirdeği, sığır ve kuzu eti çinkodan zengin yiyecekler.
İyotlu tuz kullanmak, suyu ve besinlerinde iyodu az olan ülkemiz için guatr hastalığını önlemede önemli bir tedbir ama bazı tiroit hastalarının iyottan zengin tuz kullanmaları hipertiroidiye yol açabiliyor. Özellikle tiroit bezi az çalışan kişilerin iyotlu tuz tüketirken dikkatli olmaları gerekiyor.
Paylaş