Altmış yaş engelini aşanların seksenli yaşları yakalama şanslarının fazlalaştığını ileri sürenler var. Üzülerek belirtelim ki bu doğru değildir.
Yaşlanmanın ilk değişimlerinin altmışlı yaşlarda başladığı söylenebilir, ama altmışıncı yaşlarda herhangi bir sihir veya büyü yoktur. Çoğu kez nüfus kağıdınızın belirlediği yaş (kronolojik yaş) ile fizyolojik yaşınız (biyolojik yaş) da aynı olmuyor. Kronolojik yaşı altmışı gösterirken biyolojik yaşı seksenleri geçen ya da hálá ellilerde olanlar var.
KAÇ yaşında olursanız olun, hayat tarzınızı sık sık gözden geçirin. Eksiklerinizi tamamlamaya, yanlışlarınızdan kurtulmaya gayret edin. Bu değişimlerin hayat kalitenizi yükseltip yaşam sürenizi uzatacağından şüphe etmeyin. Hastalıklardan uzak, huzurlu ve keyifli bir hayat sürmek istiyorsanız, mucizelere değil, doğru hedeflere yönelin. İyi ve güzel yaşayın. Yaşlanmamaya değil, güzel yaşlanmaya çalışın.
ZAMANIN GETİRDİĞİ
Zamanın getirdiği değişikliklere iyi uyum sağlayan, orta yaşları minik hasarlarla atlatıp genç hücre ve dokularla yaşlanmaya başlayanların işi kolaylaşıyor. Bunun için beden ve ruhun ihtiyaçlarını doğru anlamak, genetik mirası iyi bilmek, çevresel zararları azaltmak, güçlü sosyal bağlar oluşturmak gerekiyor. Bundan sonrası bildik şeylerdir: Doğru beslenmek, düzenli bedensel aktivite, düşük stresli ve huzura odaklı bir ruhsal yaşam, yeterli ve kaliteli uyku, sağlam bir maneviyat... Bütün bunları yaparken yeteri kadar dinlenmeyi, eğlenmeyi, beden ve ruhunuzu hayatın size sunduğu keyiflerden mahrum etmemeyi de unutmayın.
Daha uzun yaşamayı, hayatın nimetlerinden yeteri kadar yararlanmayı hepimiz istiyoruz. Zengin olmayı ama fazla çalışmamayı, uzun yaşamayı ama hastalanmamayı ve mümkünse hiç yaşlanmamayı arzuluyoruz. Biliyoruz ki, sonsuza kadar yaşamak da mümkün değil. Bu sorunu ne Sultan Süleyman, ne de Gılgamış çözebilmiştir. "İnsan vücudu yaşlanmak üzerine mi kurgulanmıştır" sorusunun yanıtı "evet" olmalıdır. Bedeniniz, anne ve babanızdan aldığınız genetik kodların verdiği talimatlara göre şekillenir, büyür ve gelişir. Gelişmenin belli bir noktasından sonra yapım ve yıkım faaliyetlerinin o mükemmel dengesi çevresel faktörlerin de etkisiyle bozulmaya başlar.
Geçirdiğiniz hastalıklar, yaralanmalar, soluduğunuz hava, içtiğiniz su, yediğiniz yiyeceklerde bulunan zararlılar ve bunlarla mücadele etmekte yorulan bedeninizin bir süre sonra yaşlanması normaldir. Böyle bakıldığında yaşlanma, genetik ve çevresel etkilerin bileşimidir.
GENETİK VE ÇEVRE
Herkes yaşlanıyor ama sigara içen, fazla alkol kullanan, kirli hava soluyan, kötü beslenen veya az uyuyanlar daha hızlı ve daha kötü yaşlanıyor. Kısacası genetik miras, önemli ama genlerin kendilerini nasıl ifade edeceklerinde çevresel faktörler de rol oynuyor. Annesinde, kız kardeşinde meme kanseri öyküsü olan birinin genetik riskini yaşam tarzıyla baskılaması ya da tetiklemesi işte bu nedenle önem kazanıyor.
GENETİK MİRAS DA DEĞİŞTİRİLEBİLİR
Nasıl yaşlanacağınıza sadece genleriniz değil, biraz da siz karar veriyorsunuz. Genetik mirasınızı değiştirmek veya bu mirasa boyun eğmek sizin elinizde. Genetik mirasın bir kader olarak kabul edildiği dönemler gerilerde kaldı. Kaderin yaşamınızı bir yerlerden bir şekilde etkilediği doğrudur. Sizi görmediğiniz, bilmediğiniz ama hep yanınızda hissettiğiniz bir şeylerin geleceğinizi etkilediği kuşkusuzdur ama genetik mirası değişmez bir kader gibi kabul etmek o kadar yanlıştır. Hayat kaliteniz ve yaşam süreniz önemli bir ölçüde sizin vereceğiniz kararlara bağlıdır. Hayatınıza ilişkin pek çok şeyi yapmak ya da yapmamak, sürdürmek veya bırakmak sizin elinizdedir.
BİR BİLGİ
Üzüm suyu resveratrol kaynağı
Uzmanlar düşük kalorili bir beslenme planının, genetik kodlarda mevcut bazı metabolik değişimleri aktive ettiği, bu aktivasyonun yaşam süresini uzattığını ileri sürüyor. Konunun özünde metabolizma hızı, üreme ve yaşlanma arasındaki ilişkiler yatıyor. Yeni çalışmalar üzüm, şarap ve daha pek çok besinde bulunan "resveratrol"ün maya hücrelerinde sanki onları aç bırakmışsınız gibi etki yaptığını gösteriyor. Harvard Üniversitesi uzmanları, maya hücrelerinde kalori kısıtlanmasına verilen tepkileri yöneten ve SİR-2 olarak adlandırılan genin resveratrol ile harekete geçirebileceğini kanıtladılar. Resveratrol, maya hücrelerinin yaşam süresini uzatıyor. Eğer resveratrol, insan hücrelerinde de böyle bir beceriye sahipse daha çok resveratrol tüketmekte fayda var! Resveratrol taraftarları henüz yeterli bilimsel kanıtlara sahip değiller ama bu polifenolün antioksidan gücü yanında böyle bir yararının da olabileceğini ileri sürüyorlar. Bizim önerimiz resveratrolün en azından güçlü bir antioksidan olarak bol bol tüketilmesidir.
AKLINIZDA OLSUN
Vitamin mi polifenol mü
Yiyecek ve içecekler, özellikle sebze ve meyveler, birer antioksidan deposudur. Antioksidan güce sahip vitamin, mineral, karotenoid ve polifenollerin ortak özellikleri hücre yaşlanmasını yavaşlatmalarıdır. Yeni araştırmalar antioksidan güç bakımından polifenollerin, vitamin ve minerallerden daha etkili olduğunu düşündürüyor. Polifenoller (kateşinler, epigallokateşinler, pro-antosiyanidinler, resveratrol...) E ve C vitaminlerinden, beta-karotenden, çinko ve selenyumdan daha çok antioksidan kapasite taşıyor. Bu yeni bir araştırmayla da onaylandı: Haftada en az üç gün, bir bardak sebze ve/veya meyve suyu içenlerin Alzheimer’e yakalanma olasılığı yüzde 76 azalıyor. Bu oran haftada bir gün içenlerde yüzde 16’ya düşüyor. Alzheimer’den korunma bakımından en şanslı olanlar meyve ve sebzeleri kabukları ile birlikte tüketenler. Antioksidan polifenoller, sebze ve meyvelerin kabuğa yakın kısımlarında daha çok var.