Paylaş
Ama bunun için, bedeni akılla yönetmek gerekiyor. Nasıl mı? Anlatayım...
Sİzİ bilmem ama ben istemem! Nedeni şu: Modern tıp 80’li, özellikle de 90’lı yaşlardan sonra oluşan yaşlılık sorunları karşısında hâlâ çaresiz ve yetersiz. Mesela bellek kaybı ve/veya Alzheimer konusunda doğru dürüst adımlar atamadı. Kas erimesini çözemedi. Eklemlerde yaşlılık problemlerini minimuma indiremedi. Bitmedi! Kanser tedavisinde de yüz güldürecek sonuçlar alınmış değil. Özetle sekseninden, doksanından sonraki ömrümüzün ne oranda tadı tuzu olacağı oldukça karmaşık ve yeteri kadar huzur verici değil. Ama yine de, 100 yılın üstü sizin bileceğiniz bir konu.
AKLIN VARSA ŞANSIN VAR
Daha önce de yazdım: Bilimsel veriler, insan bedeninin yüz yılı rahatlıkla geçebilecek şekilde yapılandığını gösteriyor. Ama yeniden hatırlatayım: Bu şansınız ve aklınız varsa mümkün olabiliyor. İşin şans kısmı biraz genetiğe, biraz da kadere bağlı. “Uzun yaşamanın akıl ve bilimle ilgili kısmı” çok daha mühim. O bölüm de sizin kararlarınıza bağlı. Peki, bu kararlar içinde en önemlisi hangisi? İlk akla gelen beslenme ve aktivite. “Peki, hangisi daha mühim?” sorusuna gelince. İşte onun yanıtı zor ve karışık. Kimi aktivite, kimi beslenmenin daha önemli bir uzun ömür belirleyicisi olduğu düşüncesinde. Benim fikrimse yine “makul” noktada. Yani “ikisinin ortası!” Zira biri olmadan diğeri yeterince işe yaramıyor. Kanaatime göre de ellisine kadar beslenme, ellisinden sonraysa aktif hayat daha bir öne geçiyor.
Hangisi ömrü uzatır?
Aktivite mi, beslenme mi
Aktİvİtenİn ölüm riskini azaltmak ve fonksiyonel ömrü uzatmak için en iyi, en kolay ve en ucuz yol olduğunu düşünenlerin sayısı artıyor. Onlara göre “yüzüncü yıl doğum günü partinizi görmek” ve “takma dişleriniz ağzınızdan fırlamadan yüzüncü yıl pastanızı bir defalık üfleyişle söndürebilmek” istiyorsanız yaşamınızın 50 yaş öncesi döneminde “daha az pasta yemiş” biri olmanız lazım. Bundan çok daha mühimi ise aktif biri olmanız. Aktivite taraftarları yaşı altmışı geçip de hala beslenmeyi öne çıkaranların “mezarlarını dişleri ile kazdıkları” düşüncesindeler ve “az yiyen çok yaşar” sloganını kullanıp “ille de aktivite” diyorlar.
İŞTE YANITIM
İsterseniz anlattıklarımızı biraz rakamlara döküp sizin daha uzun değilse bile daha kaliteli bir hayatı neredeyse garanti eden bir egzersiz kaosunu üç maddede özetleyiverelim.
BİR: Her hafta 150 dakika hızlı tempolu yürüyüş ya da yüzme gibi aerobik bir aktivite. Ya da;
İKİ: Haftada 75 dakika hafif tempolu koşu. ÜÇ: Kasları garantiye almak için haftada en az iki defa makul bir ağırlık çalışması.
Bu egzersizleri size uyacak şekilde haftalık bir dilime yaymanız daha iyi olur.(Not: İlk 20 Dakika/Gretchen Raynold/Modus Kitap’tan yararlanılmıştır)
Daha çok gülümseyin
Gülmenİn sağlık yararları saymakla bitmez! Peki ya gülümsemenin? Bu konuda da size iyi haberlerim var, gülümsemek de en az gülmek kadar yararlı bir eylem, hatta zorla gülümsemek bile işe yarayabiliyor. Stres altındayken gülümsemenin özellikle de strese bağlı sorunlarını (kalp hızlanmaları, el titremeleri, kas spazmları) azaltabileceği anlaşılıyor.
HEM DE ÇEKİCİ KILAR
Dr. Frederick Saldmann’ a göre, stresin kaynağı karşınızdaki kişi olsa bile kendinizi sık sık gülümsemeye zorlamalısınız. Bu sayede siz rahatlarken karşınızdakinin strese girdiğini göreceksiniz. Zorla değil de içinizden gelerek –spontane- bir şekilde gülümseyebiliyorsanız bu da aynı işi görecektir. Mümkün olduğu kadar gülümsemekten çekinmeyin. Gülümsemek çevrenize olumlu titreşimler yayar. Size başarılı bir hava vererek daha çekici kılar. Daha dinç ve genç görünürsünüz. Üstelik gülümsemenin yaydığı neşe de bulaşıcıdır. Hüzünlü ya da olumsuz şeyler düşünürken bile gülümsemeyi deneyin. (En İyi İlaç Sensin/Pegasus Yayınları)
Yorgunluğun 15 gizli nedeni
Yorgun düştüğünüzde aklınıza hemen “kansızlık, vitamin noksanlığı” gibi şeyler gelmesin. Günlük yorgunlukların da uzun süreli halsizliklerin de akla kolay kolay gelmeyen bazı nedenleri var ve işte onlardan bazıları:
1. Fazla şeker tüketimi
2. Aşırı gluten yükü
3. Aşırı kahve, çay tüketimi
4. Laktoz eksikliği
5. Gizli hipoglisemiler
6. Uzamış yalnızlıklar
7. Yoğunlaşmış hüzünler
8. Yönetilememiş stresler
9. Yoğun çalışma temposu
10. Kalabalık ortamlar
11. Gürültü kirliliği
12. Işık kirliliği
13. Oturarak
çalışmak
14. Aktivite/egzersiz noksanlığı
15. Kronik endişe hali.
YİNE NAR YİNE BOZA!
Sağlığınıza düşündüğünüzden de fazla katkı sağlayabilecek iki mühim kış lezzetinin zamanı dolmak üzere, ikisinde de “gitti gidiyor!” durumu var, ikisi de birbirinden mükemmel birer doğal ilaç ve ikisini de yakından tanıyorsunuz: Nar ve boza. Buyurun…
İLAÇ GİBİ
Nar, bizim coğrafyadan dünyaya yayıldı. Mikro besin unsurlarından müthiş zengin.
Özellikle antioksidan, yani paslanmayı geciktirici gücü ile antienflamatuar, yani iltihaplanmayı engelleyici potansiyeli dillere destan. Antioksidan özellikleri bakımından en az üzüm suyu ve yeşil çay kadar mühim. Zira içi tıka basa antisiyaninlerle dolu. Antisiyaninler de serbest radikallerin hücrelere zararını azaltan en önemli doğal madde. Kalp damar hastalıkları ve kanserlerden korunmada mükemmel işler görüyorlar. Narın antienflamatuar gücüyse büyük oranda sahip olduğu elajitaninler kaynaklı. Bunların iltihap oluşumunu engellediği defalarca gösterildi. Yine narın yüksek tansiyona direnç oluşturduğu, iyi kolesterol HDL’yi yükseltebildiği de kanıtlandı. Her sabah yarım veya dörtte bir bardak nar suyu ya da yarım nar içi veya bir su bardağı dolusu nar tanesi sağlığınıza düşündüğünüzden çok daha fazla katkılar sağlayabilir, aklınızda olsun.
TAM BİR BAĞIŞIKLIK DESTEĞİ
Geleneksel kış lezzetlerimizden biridir boza, bize özgü bir kış içeceğidir. Darı irmiği, şeker ve sudan yapılır. En önemli özelliği ise müthiş bir prebiyotik besin olması. Prebiyotik besinler bağırsaklarınızdaki dost bakterileri, yani probiyotikleri besleyen gıdalar. Probiyotiklerin beslenip güçlenmeleri ve çoğalmaları bağışıklık gücünün de güçlenmesi anlamına geliyor. Ayrıca bozanın güçlü bir enerji getirisi olduğu da kesin. Bir litre boza yaklaşık 1000 kalori kadar enerji veriyor (Bu nedenle en fazla bir bardak boza ile yetinmenizde fayda var). Yaşasın Hayat diyetisyenleri bozanıza tarçın eklemenizi de tavsiye ediyorlar. Haklılar! Tarçın bozanın sadece lezzetini arttırmıyor, kan şekerini yükseltebilen etkilerini de azaltıyor.
Kalsiyum desteği ne zaman alınmalı
Osteoporozdan korunmak isteyen bazı hanımlar, doktor tavsiyesiyle kalsiyum desteği kullanıyor. Onlara bir sözüm yok. Bir de konu komşudan duyduklarıyla kalsiyum desteği alanlar var. Onlara “yanlış yolda” olduklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Nedeni şu: Kalsiyum da tıpkı demir hapları gibi öyle rast gele yutulacak bir mineral değil. Vücutta birikme tehlikesi var. Özellikle de damar duvarlarında. Ayrıca bazı kalsiyum destekleri tam bir fiyasko. Siz yutuyorsunuz ama o destek aslında hiçbir işe yaramıyor. Bu nedenle kalsiyum haplarını yutmadan önce iyi bir bilgilenme çalışması yapmanızı öneriyorum. Bir tavsiyem de şu: Kalsiyum desteklerini akşam almayı tercih edin. Çünkü uykunuz daha keyifli hale gelebilir. Küçük bir bilgi daha: Kalsiyum tableti kullanıyorsanız ya beraberinde K2 vitamini ya da K2 eklenmiş destek alın.
Paylaş