AHMET ULUÇAY’ın Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmini seyrederken çok çeşitli duyguları, göndermeleri, anımsamaları bir arada yaşadım.
Tutkunun egemenliğinde bir köşedeki duyumsamalar, buradaki insanlar bana hep ihmal ettiğimiz, köy romanı, köy filmleri diye bir çırpıda silip attığımız güzellikleri gösteriyor. Doğallığın en büyük meziyet olduğunu, amatör ruhun hep burun kıvrılan değil derin bir saygı uyandıran yanı bulunduğunu da Uluçay bana gösterdi.
İki çocuğun yazları çıraklık için gittikleri kasabada gördükleri sinemanın onları nasıl da etkilediğini seyrediyorsunuz.
Uluçay öylesine incelikle işlemiş ki sinemadaki hayatlarla gerçek hayatlar özdeşleşiyor, sanal bir dünya insanın rüyalarına, hayallerine giriyor.
Yalnız o iki çocuk mu? Köyün diğer çocukları ve belki de Recep’in Yatır Dedesi bu tutkuyu destekliyor, onların ardına düşüyor.
Köyün delisi, yeni bir tip değil ama burada bana bir Shakespeare trajedisindeki soytarı kadar başarılı çizilmiş geldi.
Gerçekten beni en çok etkileyen kare, çocukların pantolon paçalarını dizlerine kadar kıvırıp bir plaj görüntüsü karşısındaki halleriydi.
Köy denilen belki de artık bir kasaba ya da şehir merceğinden gördüğümüz yerin insan ilişkilerinin değişmeyen kalıbı insani açıdan müthiş bir başarıyla verilmiş.
Görüntüler, kamera kullanımı, hiçbir dijital icada bulaşmadan sunulan efektler, samimi oyunculuk, yalın anlatım... Uluçay zamanında kendisindeki sinema tutkusuyla dalga geçenlere, güzel bir ürünle cevap veriyor. Filmdeki kahramanların da yıldıkları anda söylediklerinin aksine, karpuz kabuğuna değil Uluçay kocaman bir kalyonla ilerliyor.
Eğer bana hangi filmi seyredelim diye sorarsanız, tek önerim var.