RASTLANTILARIN kesiştiği yerde hayatlar birbiri içine girer.
Kazalar, ölümler, yasak aşklar ve mutsuzluklar.
Alejandro Gonzalez İnarritu’nun 21 Gram adlı filmi, sürekli sorular sorduruyor seyirciye; insana, hayata ve ölüme dair.
Jack, Paul ve Cristina bir girdabın içinde, bir kazanın ardından yapılan kalp nakli ameliyatının ekseninde dönüp duruyor.
Ruh ne çok kullandığımız kelime, olumlu ya da olumsuz ama iç gramajını düşünmemiştik, oysa topu topu ağırlığı 21 grammış.
Öldükten sonra anlaşılırmış, ruhun darası.
Ruhlu, ruhsuz sözlerini kullanırken acaba hepimizin ardındaki küçük sır nedir?
Çok soruyoruz ama hiçbir yanıt da bulamıyoruz.
Küçük sırlarla, büyük beklentilerle çarpışa çarpışa bir ömür tüketiyoruz. 21 Gram böyle özetlenebilir mi acaba?
Rastlantının kaderciliğe teğet geçtiği filmde, çok ince duyarlı dokunmaları hissedebilir iyi bir seyirci.
Paramparça Aşklar Köpekler filminin yönetmeni Amores Perros parçalı anlatımını bu filmde de sürdürüyor. Olayı baştan alıp sonuna doğru düz bir çizgide anlatmıyor. Bu da başta filmin içine girmede, bağlantıları kurmada zorluyor insanı. Yani seyircisinden de çaba bekliyor yönetmen. Değiyor doğrusu bu çabaya.
Bir kalp nakli çevresinde geçen ilişkiler ağını ve kişilikleri anlatıyor film.
Kalp dediğimiz sadece bir organ mıdır, yoksa 21 gram gelen ruhu da içinde barındırır mı?
Kendisine nakledilen kalbin sahibini merak eden ve kim olduğunu araştıran Sean Penn’in duygusal yönelimi nasıl açıklanabilir? Kalbine sahip olduğu adamın karısına da aşık olması sonra... Hele o kalbin kendisine nakledilmesine neden olan kazayı yapan adamı öldürmek istemesi neye bağlanabilir?