Paylaş
Mehmet Günsür’ü, Uraz Kaygılaroğlu’nu, Tarkan’ı da gördük. Hepsi gözleri kanatmıştı...
Şimdi de Tamer Levent’in bir fotoğraf karesi düştü önüme.
Giymiş slip mayosunu, girmiş denize, poz vermiş. Politik olmayacağım, açık açık söyleyeceğim:
“YAKIŞMAMIŞ.”
Nasıl ki kadınlarda tayt giyilmesinin destekçisiysem, erkeklerin de slip mayo giymemesinin destekçisiyim.
Yine de sever miydik?
Sözleri, müziği ya da içinde bulunduğumuz depresif ruh hali...
Nedir bilemem bizi “Antidepresan” şarkısına bağlayan.
Şarkının Mabel Matiz ile ortak söz yazarı ve bestecisi olan Mert Demir, Okan Bayülgen’in konuğu oldu.
Şehrin kaosunun üretkenliğini engellediğini, şarkıyı Muğla’da yapıp Mabel Matiz’e attığını anlattı.
Onu dinlerken dedim ki, acaba Mert Demir şarkıyı Mabel Matiz olmadan çıkarsaydı şarkı yine bu etkiyi yaratır mıydı?
Ya da onlar yerine ismi duyulmamış biri söyleseydi... Biz böylesine sahip çıkacak mıydık şarkıya?
Sağa sola da sordum. Resmen ikiye bölündük. Ortak bir karar veremedik.
Bana göre şarkı iyi, sözler zamanın ruh haline uygun.
Ama bizler şekilci insanlarız.
O yüzden şarkıyı söyleyenlerin de önemi var, hiç inkâr etmeyelim.
Düşünsenize Yeliz Yeşilmen’in, Tuğba Ekinci’nin falan söylediğini “Antidepresan”ı...
Sever miydik yine de? Asla, asla...
Onlar seni sokağa atsaydı?
Bazı vicdansızlar kedi ve köpeklerini sokağa bırakmaya başlamış.
Üç kat artmış sokağa bırakılan ‘evcil dost’ sayısı.
Mesela bir barınağa normal zamanda ayda 20-30 kedi-köpek gelirken bu sayı 100’e çıkmış.
Nedeni de ‘çip’ taktırmanın zorunlu kılınması.
Aslında takılacak çipin maliyetini düşünmüyorlar, yarın öbür gün kafalarına estiği zaman sokağa bırakamayacaklar onu dert ediyorlar. Bir de artan bakım masraflarını bahane ediyorlarmış.
Sorumluluk diye bir olaydan hiç haberleri yok bu tiplerin.
Be vicdansız insan...
Her şey tersine işleseydi...
Ve onlar seni sokağa bıraksaydı...
Ne yapardın...
Sana bir kedinin masrafı ne kadar olabilir ayrıca?
Haydi de 500 lira, bilemedin 700 lira, taş çatlasın 1000 lira. O da gerçekten taş çatlasa... E sen yemeğine rahatça veriyorsun o parayı...
Olur olmadık yerlere savuruyorsun...
Ufacık kedinin masrafı mı dert oluyor?
Yazık size.
Bence canlı müziğin ruhuna aykırı
Önce şunu söyleyeyim; bu yeni bir tespit değil.
Gözlemledim, sıkça sordum.
Fark ettim ki kimse memnun değil.
Canlı müzik mekânlarında sahneye çıkan bazı sanatçılar, sahnelerine başlarken altyapı ile söylüyorlar şarkılarını.
Yani, orkestra arkada hiçbir şey yapmadan duruyor, sistemden müzik çalıyor, sanatçı da o müziğin üzerine söylüyor şarkısını.
Bunu yap, yapma demiyorum. Ama bir-iki şarkı için yap.
10-15 dakika yaparsan milletin birbirine ‘bön bön’ bakmasına neden olursun. Ki öyle de oluyor.
Oysa ne güzel sesiniz, ne enfes şarkılarınız var. Bir de konser dediğin benim için orkestradır. Çalsınlar gitarlarını, baterilerini, kulakların pasını bir alsınlar...
Sen de o şahane sesinle söyle şarkını.
Bu hataya düşenler arasında benim arkadaşlarım da var.
Üstelik çok sevdiğim arkadaşlarım, o yüzden isim vermeyeceğim şimdilik.
Bakalım daha ne kadar süre ‘en iyiyi kendilerinin bildiklerini’ düşünmeye devam edecekler, biraz daha bekleyeceğim...
Kıl kapıyorum
Çıkmışsın kahveye ya da yemeğe. Oturmuşsun masanda.
Bir anda karşındaki telefonu eline alıyor ve başlıyor telefonuyla ilgilenmeye.
O sırada sen konuşuyorsun ses yok, soru soruyorsun cevap yok, bir şey göstereyim diyorsun tepki yok...
Ne zaman ki bırakıyor telefonunu, “Ee ne demiştin” diyor.
Gel de çıldırma!
Kıl kapıyorum size. Arkadaşım da olsanız gıcık oluyorum.
Hiç değilse elinizde telefon varken masaya da biraz kulak kabartın, sorulara cevap verin, arada onay verircesine kafanızı falan sallayın.
İki işi birden yapmayı becerin lütfen.
Ya da çağırmayın beni dışarıya falan.
Paylaş