Paylaş
Sınır kentlerimizde yerli halkla gerilim çıktığı zaman.
Gerilim çıkmaması mümkün mü?
İki günlük bir toplantının ardından soruyorum bu soruları.
Birinci gün Gaziantep'teydik. Suriyeli sığınmacıların temsilcilerini dinledik. Onların anlattıkları, bilmediğimiz bir dünyadan gelen garip sesler gibiydi.
Toplantıyı 4 kuruluş düzenlemiş: PODEM(Kamusal Politika ve Demokrasi Çalışmaları Derneği) , SAFEWORLD (Şiddet Çatışmalarını Önlemek ve Güvenli Yaşam İnşa Etmek) ORSAM(Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi), Suriyelilerin oluşturduğu BAYTINA adlı sivil toplum örgütü.
İkinci gün Ankara'daydık. Gaziantep'te, Suriyelilerden dinlediğimiz yakınma, şikayet ve talepleri, devletin ilgili temsilcileriyle konuştuk.
Resmi rakam 2 milyon 400 bin
Göç İdaresi Genel Müdürlüğü temsilcisi Mehtap İyice'nin verdiği rakamlarla başlayabiliriz: Resmi kayıtlara göre Türkiye'de "geçici koruma" altındaki Suriyeli sayısı 2 milyon 400 bindi. Yine İyice'nin aktardığına göre bu nüfusun 2 milyon 200 bini hala Türkiye'de bulunuyor.
Bunlar kayıda geçmiş insanların sayısı. Kayıtsız olarak kalan, kaçak yaşamayı tercih edenleri de hesaba kattığımızda, rakamların çok daha büyüdüğünü ve giderek de yükseldiğini görebiliyoruz.
Örneğin Kilis… Kilis'in il nüfusu 129 bin. Ekim 2014 tarihindeki kayıtlı sığınmacı sayısı ise 98 bin. Kayıt altında olmayanları da düşündüğümüzde, şehrin nüfus yapısının dört yıl gibi kısa bir zaman aralığında tamamen değiştiğini söyleyebiliyoruz.
Benzer oranları, Urfa, Gaziantep, Hatay gibi illerimizde de görebiliyoruz.
Böylesine bir yapı değişikliği, çok sayıda sorunu beraberinde getiriyor. 100 bin nüfuslu Kilis Belediyesi, şimdi 200 bin nüfusa “hizmet veriyor”… Daha doğrusu veremiyor.
Belediye yanında, bir çok hizmet alanı da, artan kapasite nedeniyle şaşkına dönmüş durumda. Hastaneler konusunda hazırlanan raporda şu cümleyi görmek şaşırtıcı değil: "Hastanelerin kapasitesini aşması ve hastanelerde tam bir savaş hastanesi görüntüsünün hakim olması, sağlık hizmeti alamamanın ötesinde psikolojik sorunlara yol açmaktadır. Kilis halkı bu açıdan Suriye iç savaşının kendi içine taşındığı hissine kapılmış durumdadır."
Bu tablo, sınır kentlerimizde şimdiden kestirilemeyecek etkiler yapıyor. Buralarda yeni bir hayat ve yeni bir ilişkiler ağı oluşuyor.
Sığınmacıların sorunları
Sığınmacı temsilcilerinin anlattıklarını şöyle özetleyebiliriz: En temel sorun; hükümetin ve yöre halkının Suriyeli mültecilerin (ya da “misafirlerin”) Türkiye’deki varlıklarını geçici olarak görmelerinden kaynaklanıyor.
Bu algı toplumsal entegrasyonun destekleyicisi olan alanlarda, eğitim ve istihdam alanlarında bütünlüklü bir yaklaşımın geliştirilememesine neden oluyor.
Yasal statülerin belirsizliği, eğitim ve istihdamdaki belirsizlikler; Suriyelilerin Türkiye’de gelecek tahayyülü kurmalarını ve kendilerini gerçekleştirmelerini imkansız kılan bir gri alan yaratıyor. Önlerindeki beş seneyi göremiyorlar.
Eğitim sorunları
Suriyeliler; Suriyeli öğrencilerin de, öğretmenlerin de Türkiye’nin milli eğitim sisteminde yer almalarını istiyorlar. Suriyeli çocukların, topluma entegrasyon için, Türk ilkokullarında okumaları gerektiği kanısı yaygın.
Suriyelilerin okullarının kapatılmasının ve Suriyeli çocukların Türk okullarına gitmesinin zorunlu kılınmasının büyük sembolik değeri olacağı düşünülüyor.
Böyle bir adım, atıldığı takdirde toplumsal bütünleşmeye yönelik bir siyasi iradenin olduğunun ilk sinyallerini verecek.
Eğitim durumundaki belirsizlik giderilince, Suriyeliler Türkiye’de kalmak için daha sağlam bir neden bulacaklar. Bu, toplumsal entegrasyona yönelik daha fazla adım için bir baskı unsuru olacak.
Eğitimdeki belirsizliğin giderilmesinden önce, çocuğun geleceğini belirginleştirecek vatandaşlık statüsünün konuşulması gerekiyor. Statüdeki belirsizlik giderilince, eğitimdeki belirsizliğin giderilmesi anlam kazanabilir.
Suriyeli çocukların kamplarda okula gitme yüzdesi, dışarıda okula gitme yüzdelerinden çok daha yüksek. Kamplardaki okullarda, Türkçe eğitimin yanında Arapça eğitim de veriliyor. Kamp dışındaki okullar için bu bir model olarak değerlendirilebilir.
Ekonomi
Suriyeli iş insanlarına büyük rol düşüyor. Suriyeliler arasındaki girişimci, çalışkan ruhun ölmesine izin verilmemeli. Suriyeliler yardım paketlerine alışmamalılar.
Çalışmak için sağlık sigortası almak gerekiyor. Bunun için çalışma hakkı kazanmak gerekiyor. Bunun için oturma izni gerekiyor. Bunun için bir banka hesabı. Bunun için de bir oturma izni... Bu kısır döngüden çıkmak, bürokratik engelleri aşmak, kolay değil.
Yasal statü belli olmadıkça; çalışma haklarının verilmesi de, anlamsızlaşıyor.
Bir konuşmacı şu örneği verdi: “Kardeşim İsveç’e gitmek için 13.000 Dolar ödedi. Burada bu iyi bir yatırım olabilirdi. ... Eğitimli Suriyelileri buradaki topluma kazandırmak gerek.”
Gençlik
Gençler nereye gideceklerini bilemiyorlar. Çoğu okullarda sorunlarla karşılaşıyor. Bir kısmı sabahtan akşama, çok ağır koşullarda, aylık 600 TL’ye çalışıyor.
Bir süre sonra, Türkiye’de Suriyeli gençleri görmemeye başlayacaksınız çünkü Avrupa’da olacaklar. Türkiye’de ne yakın vadede, ne uzun vadede hiçbir şey net değil onlar için. Türkiye Avrupa’ya gitmeden zaman geçirdikleri bir yer sadece. Bazıları ‘en azından orada bedavaya kalacağımız evimiz var’ diye düşünerek Suriye’ye bile dönmeyi değerlendiriyorlar.”
Ne yapmalı?
Suriyelileri dinledik, sorunlarını anlamaya çalıştık ve bunları Ankara'da tartıştık. Ortaya çıkan tabloyu şöyle özetleyebilirim:
Ankara, ilk sınırdan geçişler başladığı zaman, belli ki bunu geçici bir durum olarak kabul etmiş. “Suriye sorunu çözülecek ve gelenler geri dönecek” hesabı yapılmış.
Sığınma devam ettiği gibi, çok büyük rakamlara ulaşmış. Türkiye'nin altından kalkamayacağı yeni sorunları beraberinde getirmiş.
Şimdi, Ankara, artık sorunun kalıcı olduğunu görüp ona göre önlemlerini ve siyasetlerini oluşturmaya çalışıyor.
İlk anlayabildiğimiz, kurumlar arasında ciddi bir koordinasyon ihtiyacı bulunuyor. Göç İdaresi var, Emniyet Genel Müdürlüğü var, Kalkınma Bakanlığı var, Sağlık Bakanlığı var, Başbakanlık var. Herkes kendi bildiği yöntemlerle soruna müdahale ediyor. Biri öyle diyor, biri böyle diyor.
Başbakan bu duruma son vermek amacıyla bir merkez oluşturmaya karar vermiş.
Sosyolojik açıdan; sığınmacılar da, sınır kentlerimizin insanları da, gerçeğin farkında. Bir önyargı ve ötekileştirme, ufak tefek olaylar dışında pek yaşanmıyor.
Bu kriz kendi irademiz dışında oluşmuş bir kriz. bir konuşmacının söylediği gibi: "Yapabileceğimiz, krizi fırsata dönüştürebilmek..."
Zor ama mümkün görünüyor.
Paylaş