Paylaş
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Ahmet Davutoğlu ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada, Başbakan'dan İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanı'nın istifasını istediğini açıkladı. (Kılıçdaroğlu “Adalet Bakanı Kenan İpek'in olayı açıklayan basın toplantısı sırasında gülümsediğini” söyleyerek onun da istifa etmesi gerektiğini ifade etmiş oldu.)
İçişleri Bakanı Selami Altınok, son seçim hükümeti sırasında göreve getirilen, İstanbul eski Emniyet Müdürü. Yani görevi güvenlikçi. Bu nedenle saldırı ve çatışmalara uzak birisi değil.
Türkiye tarihinin en korkunç terör olaylarından biri olan bu acı verici katliam gerçekleştiğinde, ülkenin güvenlikten sorumlu en üst düzey temsilcisi olarak, gözlerin ona yönelmesi çok doğal. Haklı olarak, soruları ona soruyor, neden bu kadar insanın ölümüne yol açan bir saldırı engellenemedi diye onu sigaya çekiyoruz.
Altınok, olayın ardından düzenlediği ilk basın toplantısında “bir güvenlik zaafiyeti olmadığını” belirtti. Sıhhiye'deki miting meydanında gereken önlemlerin alındığını da ifade ettiyse de, bu açıklamaların kamuoyunu tatmin ettiği pek söylenemez.
Evet, 10 Ekim saldırısı, miting meydanında gerçekleşmedi, mitinge gelmek üzere toplanılan, meydana 1 kilometre kadar uzağında olan istasyon kavşağında gerçekleşti. Bu tek başına sorumluluğu ortadan kaldırmaz.
Devletin görevi, mitinglerin sağ salim yapılması için gereken tüm güvenlik önlemlerinin alınmasıdır. Devlet vatandaşların her boyutta güvenliğinin sağlanması için var olan bir yapıdır.
Daha önce gerçekleşen mitinglerde yürüyüş kolları saldırıya uğramamış olabilir… Genellikle bir mitinge katılan gruplar yürüyüşlerde etraflarına bir güvenlik çemberi oluştururlar. Etraftan yabancıların korteje katılmasına engel olmaya çalışırlar.
Bütün bu noktalara ilişkin farklı yorumlar olabilir. Ancak bunların hiçbirisi bu korkunç katliamdaki devlet sorumluluğunu ortadan kaldırmaz, hafifletmez, relative etmez.
Ortada çok büyük bir zaaf olduğu, nesnel bir gerçeklik olarak önümüzde. Kimlerin birebir sorumlu olduğunun ötesinde, genel bir iktidar ve devlet sorumluluğundan söz edilebilir.
Başbakan, Kılıçdaroğlu'nun talebine, “müffetişlerin görevlendirildiği ve ortaya çıkacak rapora göre hareket edileceği” karşılığını verdi. Hangi bilgi ortaya çıkarsa çıksın, böylesine büyük bir felaketin gerçekleşmiş olmasındaki devlet sorumluluğu değişmez.
Böyle durumlarda, İçişleri Bakanı'nın istifa etmesi, sorumluluğun devlete ait olduğu gerçeğinin teslim edilmesi anlamını taşır. Yani İçişleri Bakanı Selami Altınok'un istifası gereklidir. Normal olan budur.
Ayrıca, bu konuda hükümetle işbirliği yapmak niyetini ifade eden Ana Muhalefet Partisi liderinin istifa talebinin dikkate alınması, bir anlamlı jest olarak da sayılabilir.
Durup bir düşünelim...
Gazeteciler mi daha sorumsuz, siyasetçiler mi? Dün gazetelerin bazı köşelerini okurken dehşete kapıldım. Bizim meslek, Türkiye'deki iç kutuplaşmanın her zaman merkezinde oldu. Onun sert bir tarafı olduğu gibi, hem yaratıcılarından, hem de kışkırtıcılarından biri olan bir mesleğimiz var…
Tabii tüm gazetecileri ve köşe yazarlarını kast etmiyorum. Ancak mesela şunu söylemek zorundayım: Etkili köşelere sahip olan birçok ismin "eski Türkiye"nin kadim savunucuları ve temsilcileri olduğunu şimdi eskiye oranla daha iyi anlayabiliyorum.
İlk yaptıkları, “kendi meşreplerine uygun bir araştırma”yla (nasıl bir araştırmaysa artık…) hemen bir katil tanımı yapmak oldu. Herkes kendi durduğu noktaya göre bir katil tanımı yaptı, sorumluluğu toptan onun üzerine yıktı. Çok kesin bir dille suçlamaya girişildi. “Başından beri öfkeyle karşı oldukları kesimleri suçlayabilmek için ellerine yeni bir imkan geçtiğine” sevinmişlerdi belki de.
Gazete köşeleri
Burada tek taraflı bir durumdan söz etmiyorum. Kutupların köşelere oturmuş her iki taraftaki militanlarından, yazarlarından söz ediyorum. Hepsi “eski Türkiye”yi sürdürmekte ısrarcı görünüyor.
Azıcık oturup düşünsek “başımıza neler geldi, bundan sonra neler gelebilecek” diyerek, daha makul bir yerden gelişmeleri değerlendirmeye çalışsak, böyle yazılar yazmaya elimiz varmayabilir.
Yüze yakın insanımızı yitirdiğimiz bu kanlı saldırı, şimdiye kadar karşılaştıklarımızın çok ötesinde.Hiç bir ayrım gözetmeden bütün toplumu, yani herkesi hedef alan bir saldırıdan söz ediyorum. Sorumsuzluğun ve düşüncesizliğin yoğunlaşması, hepimizi tehlikenin önüne atabilir.
Bölge ülkelerinin şu anki durumuyla karşılaştırıldığında herşeye rağmen bir “istikrar adası” özelliğinde görünen ülkemiz, bu özelliğini yitirme riskiyle karşı karşıya.
Peki bu fotoğrafın ne kadar farkındayız? İç kavgaları, kör bir düşmanlıkla sürdürmek kime ne fayda sağlayacak, isterseniz oturup yeniden düşünelim…
Paylaş