Metoroloji olaya son noktayı koydu ya, "Kuraklıkla yaşamaya alışın, bundan sonra böyle" diye.
Şimdi İstanbul ve Ankara’da oturanlarda "ne halt edeceğiz" telaşı hakim.
Aslında iki seçenek var gibi görünüyor. Ya bu duruma da alışıp yeni çözümler üreteceğiz (spor salonlarında su bir şekilde akacağı için paraya kıyıp mutlaka bir spor salonuna yamanmak, pardon, üye olmak gibi).
Ya da işte, zorunlu göç başlayacak (bakınız, Melih Gökçek’in muhteşem "ananızın yanına tatile gidin" önerisinden bir tık daha ilerideyim).
Eskişehir’e mesela. Neden? Çünkü su problemi yokmuş.
Belediye Başkanı yaptığı proje sayesinde çoktan önüne geçmiş olası kuraklığın.
Üstelik Eskişehir öğrenci şehridir, ucuzdur, yaşaması eminim kolaydır.
Hatta iyi kulüpleri olduğunu biliyorum/duyuyorum. Misal, en meşhuru Hayal Kahvesi. İstanbul’dakinden bile daha iyi olduğu söylenir. Ayrıca her yıl en az bir-iki festival yapılıyor Eskişehir’de. Kültüre, sanata da bu şekilde doyulabilir. Yetmedi, sandalla nehrinde gezinti yapılan şehirlerden biri burası (öyleydi bir zamanlar, belki şimdi kalkmıştır bu romantik detay).
Bisikletle dolaşma güzelliği de unutulmamalı (Bir Amsterdam tribi). Kısacası Eskişehir yaşanası şehirlerden biri, neden olmasın ki?
İkinci seçenek İzmir. Oranın da susuzluk problemi yok gibi. Olsaydı şimdiye kadar çıkardı kokusu. Demek ki İzmir önümüzdeki yıllarda yeterince sulu. Üstelik yazları Çeşme’ye inmek gibi nefis bir alternatifi var İzmir’in. Şunları da unutmamalı tabii: Kumrusunu, çöp şişini, sakızlı muhallebisini, limonatasını, lokmasını (valla en iyisi Çeşme-Ildır’daki Manzara Cafe’de saat altıdan sonra), Alsancak’ta mideye indirilecek yengen tostunu, Kaliforniya tadındaki/fiziğindeki insanlarını ve tabii modernliğini...
Durum budur, sulu şehir seçenekleri az ama öz. Varsa sıkı (ama mutlaka sulu) alternatifiniz, yazın ki su serpeyim yüreklere...
Açıkhava tuvaletleri neden böyle
Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’na her konsere gidişimde, daha doğrusu buranın tuvaletlerine işim mecburen düştüğünde, "Of" diyordum, "Bu ne iğrenç bir yer".
Erkekler tuvaleti daha şanslı aslında. Herkes işini çarçabuk bitirip çıktığı için o kokuya, o sulu sepken, kaygan zemine fazla katlanmıyorsun.
Kadınlar bir de kuyrukta sıra bekliyor. Malum, onların işleri daha uzun sürüyor.
Peki yazın arka arkaya sürekli konserler verilen bir mekanın tuvaletleri neden böyle?
BKM, Most ya da bugünkü konserin sponsoru Avea niye bir şıklık yapıp şu tuvaletlere el atmaz?
Aynı soruyu okurlardan Eda Dinçer de sormuş. Candan Erçetin konseri sırasında gittiği tuvaletin rezilliğinden dem vurmuş uzun uzun:
"İnanır mısınız altı, belki de yedi tuvalet vardı, ama hepsi alaturkaydı ve hiçbirinde sifon yoktu. Çünkü sifon tesisatı hiç kurulmamış. Tuvaletlerde tuvalet kağıdı ve çöp kutusu da yoktu.
Sadece yerde bir musluk ve maşrapa. Herkes üst üste yapmış, mendilleri de (çöp olmadığından) deliğe atmış, en az dört tuvalet dışkılarla dolmuş (yükselen kokuyu tahmin edersiniz).
Tuvalet kuyruğu ise amfiye kadar uzanıyordu. Bir sıvı sabun alınıp üç lavaboya paylaşılmak üzere konmuş, o da bitmiş. Yani pislik, sefalet dizboyu. Dışarı çıktık mide bulantısıyla, büfedeki çalışanlara tuvaleti işleten kim diye sorduk. İşleten firmayı bilmiyoruz, herhalde belediyenin sorumluluğunda, denildi. Bilet fiyatları 100 liradan başlıyor burada. Bu kadar para verip güzel bir mekanda konsere gidiyorsunuz ve tuvaletinde böyle bir manzara!"
Eda Hanım sonuna kadar haklı. Yoksa buna da şöyle çözümler mi bulacağız pratik Türkler olarak: Herkes konsere gelirken yanına bir adet boş şişe getirsin...
Laz Bey’den yanıt
Ayşe Arman’ın Karadeniz turunun yakışıklı laz rehberi Bülent Saraloğlu için geçen haftaki bir yazıda, "İşte yeni Nejat İşler" deyip yakında dizilerde filan karşımıza çıkarsa kendileri, aman şaşırmayın/panik olmayın demiştim.
"Prens Abi"den teşekkür yanıtı geldi, "Hep Nejat İşler’e benzetilirdim ama bu sefer tescillendi sanırım. Şimdilik bol bol çıkma teklifleri dışında bir film ya da dizi teklifi almadım" diye...
Sevgili Deniz Özerman’ın (hatırlayınız, Mükremin’in Asuman’ı) tabiriyle ŞOKTAYIM ey okuyucu, nasıl olur da hálá bir dizi teklifi gelmez.
YAPIMCI uyuma! Tez elden bir Karadeniz dizisi kotarılsın, entrikalar Ayder Yaylası’nda çarpışsın, dizinin adı da "Laz Bey" filan olsun, ama en mühimi sık sık Bülent Bey’in dövmeleri yakın plan gözüksün...