Paylaş
Yıllar geçiyor, kızı bile yaşlanıyor ama Adaline 29 yaşının hücre tazeliğini inadına koruyarak yaşamaya devam ediyor.
Bu gizemli vampir tazeliği bir süre sonra dikkat çekmeye başladığı için Adaline sürekli kimlik ve yer değiştirmek zorunda kaldığı göçebe bir hayata dalıyor.
Ta ki 107’inci yaşına dek...
Blake Lively’nın oynadığı The Age of Adaline’ın (maalesef bizdeki vizyon ismi korkunç, “Ölümsüz Aşk”) konusu böyle başlıyor ve günümüz kadın/erkeğinin en çok üzerine titizlendiği, uğruna vakit ve nakit saçtığı konulardan birine, her daim güzel/genç/diri ve sağlıklı görünmeyi isteme damarına basarak pek şahane ilerliyor.
Ama ilginçtir, bu genç görünme hususunda filmin vardığı nokta, diyet/spor/detoks/estetik dörtgeninde yaşayan çılgın modern insan için pek iç açıcı değil:
Keşke yaşlanabilsem diyor Adaline. Yaşadığı ilişkilerden hep bu yüzden kaçıyor. Karşısındaki yaşlanırken kendisinin her dem taze kalıyor oluşunun aradaki ritmi doğal olarak bozacağını düşündüğünden...
BİRLİKTE KIRIŞIKLANMALAR ESKİDENDİ
Lakin gerçekçi olalım: Şu an bir kadın ya da erkeğe “Olduğun yaşa sabitlenip kalmayı ister misin?” diye sorsalar, çoğunluk “Tabii ki” der, balıklama gençlik havuzuna atlar.
Adaline gibi, “Birlikte yaşlanacağım bir ilişkim asla olamadıktan sonra bu kalıcı güzelliğin ne önemi var” diye romantik kıyılara kulaç atıp hüzünlenmez.
Çünkü ne olursa olsun diri kalmak şimdinin en önemli şeyi. Olmazsa olmazı. O aşk(lar), birlikte kırış kırış olmalar eskidendi.
ÇOK FLÖRT, BOL ZAMAN
Didi didi, birçok Cosmopolitan kızı ve GQ erkeğine göre..
Bir yandan şöyle de düşünmüyor değilim:
Adaline kısa ve öz flörtler yaşamak zorunda kaldığı, yani evlenip barklanma kategorisine hiçbir zaman kapak atamadığı için, zamanını daha çok kendini geliştirmeye harcıyor.
Birçok dili kolayca şakıyor, her tür bilgiyi/görgüyü tadarak/bizzat görerek donanımını katmerliyor.
Ne de olsa zamanı bol!
Bu açıdan bakıldığında Adaline’ın sabitlenen yaşının verdiği “Bir tür vampirellayım, kimseyle gerçek ilişki yaşayamam” ızdırabı gayet de çekilir, gayet de deneyimlenesi ve seksi bir şey olup çıkıyor aslında.
İÇ BAYMIYOR
Yine de insanoğlu/kızı böyle bir şey işte.
Hem diri kalmak istiyor hem de yanına bir ruh eşi arıyor.
Ne yardan geçiyor ne serden...
Peki bu filmde bir Benjamin Button tadı var mı?
Yok, aramayınız. Button kadar derinlikli ve dönem dönem ilerleyen bir film vaat etmiyor Adaline’ınki.
Daha romans sularda yüzüyor, ama iç baymıyor da...
Filmden geriye kalan en güzel laf ise şu oluyor:
“Yılları, sevgilileri ve şarap kadehlerini saymayı bırakacaksın.”
İtalyanlar’a ait bir lafmış.
Kulağınıza pazartesi küpesi olsun...
Hafta sonu Kapadokya’da sürpriz isimler vardı
Natasha Poly ve Lily Aldridge...
Bu iki ünlü manken çok özel bir çekim için hafta sonu Kapadokya’daydılar.
Vogue Paris’in eylül sayısında yer alacak 24 sayfalık moda çekimi için soluğu Kapadokya’da alan Poly ve Aldridge’i pozlayan kimdi peki?
Tabii ki Mert Alaş ve Marcus Piggott.
Perihan Mağden’in henüz piyasaya çıkmayan son romanını sinema filmi yapmak için hazırlıklarını sürdüren Mert Alaş, bir süredir bu sebeble sık sık Türkiye’ye gelip gidiyordu.
Ülkesinin turizmine katkıda bulunmak amacıyla artık bazı moda çekimlerini de Kapadokya gibi gözde destinasyonlara kaydırmaya başladı.
İşte Vogue Paris çekimi onlardan biri.
Derginin yayın yönetmeni Emmanuelle Alt’ın da hazır bulunduğu çekimlerde toplam 25 kişi çalıştı.
Anatolia House’da kalan ekibe Argos Oteli de özel bir davet verdi.
Esas tesadüflü sürpriz ise yeni filminin çekimleri için Kapadokya’da bulunan Josh Hartnett’in de Vogue Paris ekibine katılıp Alaş ve modellerle yemek yemesi...
Anlayacağınız, hafta sonu Kapadokya’da hayli hareketli günler/geceler yaşandı.
“YERLİ MALI” NOTU: Vogue Paris çekimlerinde Türk tasarımcılardan sadece Raisa-Vanessa Sason kardeşlerin kıyafetleri kullanıldı.
Paylaş