Yılın partisine kimler geliyor

Londra’da yaşayan dünyaca ünlü fotoğrafçı ikili Mert Alaş ve Marcus Piggott, Galerist’te açılacak ilk Türkiye sergileri için ayın 16’sında İstanbul’a geliyor.

Bu işin sponsoru olan Beymen de ikilinin şerefine Esma Sultan Yalısı’nda, 17 Haziran’da bir parti vermeye hazırlanıyor.

Sadece 300 kişinin davetli olduğu, gece boyunca Absolut 100’ün ikram edileceği bu partiye katılacak en meşhur konuk ise belli: Kate Moss.

Alaş-Piggott ikilisine defalarca poz veren Moss’un Türkiye’ye geleceği kesinleşti.

Peki sadece Moss mu geliyor? Hayır, listede çok parlak başka isimler de var. Ama henüz kesin değiller.

Yine de isimlerini verip bir heyecan dalgası yaratmakta sakınca yok.

Şu sıralar sinemalarda oynayan "Boleyn Kızı" filminde hırslı Anne Boleyn’i canlandıran Natalie Portman mesela.

Bir diğer isim de, dergicileri heyecanlandıracak türden. Fransız Vogue’un yayın yönetmeni Carine Roitfeld.

Görünen o ki Alaş-Piggott şerefine verilecek parti, Vakko’nun geçen yıl Zac Posen için verdiği davet gibi hem konukları hem de içeriğiyle günlerce konuşulacak gibi.

Kendini oynamak zor iş tabii

Çok sloganvari olacak ama durum başka cümleyle özetlenemez:

Bir gün, "Sizi filmimizde oynatmak istiyoruz, ne dersiniz? diye bir mail geldi ve ertesi gün oyuncu oldum!

Hayır, tabii ki öyle başrol filan değil, haddimizi bilelim yani. Konuk oyuncu oldum sadece. Hani filmlerin bir görünüp sonra kaybolan tiplerinden.

Ne yalan söylemeli, eğlenceliymiş. Bir o kadar da yorucu.

Peki kimi oynadım ben? Kendimi! (zor oldu tabii). Diğer konuk oyuncu Hande Yener de kendini oynadı.

Daha doğrusu oynayacak, onun çekimleri bu hafta içinde yapılıyor.

Efenim, söz konusu filmin adı Kraliçe Fabrika’da. Konusunu uzun uzun anlatmayayım şimdi.

Kısaca şöyle diyeyim: Biri erkek, diğeri kız yirmili yaşlarındaki iki kardeşin çatışmasını anlatıyor film. Olaylar onların ekseninde gelişiyor.

Bendeniz de filmde erkek kardeşin evinde verdiği partiye davetli olarak çağrılıyorum.

Gidip (biraz ukala) iki kelam ediyorum.

Ama o iki kelam öyle iki dakikada çekilmiyor tabii. Söyleyeceğin cümleyi unutuyorsun, hop sil baştan alınıyor sahne.

Ya da teknik bir arıza çıkıyor sap gibi bekliyorsun olduğun yerde.

Kolay iş değil yani. Her hafta doksan-yüz dakika dizi çeken oyuncu şürekası bu duruma nasıl katlanıyor, doğrusu bravo.

Neyse ki yönetmenimiz Ali Kemal Güven, ilk filmi olmasına rağmen kırk yıllık yönetmenler gibi sabırlı ve anlayışlı.

Bu arada aklınıza büyük olanaklarla çekilen bir film gelmesin. Ali Kemal Güven’in tek desteği okulu Digital Film Academy.

Bir de hiçbir ücret almadan onunla gece-gündüz çalışan ekibi, yani arkadaşları (Topluca: Dicle, Çağrı, Şenol, Fatih, Seda, Cansın, Zeynep, Papatya ve Osmancan)

Ali Kemal herhangi bir yapım şirketiyle da anlaşmış değil. Çünkü tamamen bağımsız olmak istemiş.

Ve tek derdi var: "Tanrıça" dediği Barbra Streisand’ı bir gün filminde oynatmak.

Olur mu olur diyor ve bir konuk oyuncu olarak şiddetle merak ediyorum: Tanrım nasıl çıktım acaba?

Nuri Bilge’nin tahammül edemediği şey

Hatice Aslan ve Yavuz Bingöl, Marie Claire’e verdikleri röportajda Nuri Bilge Ceylan’ın bir özelliğine değinmişler:

"Nuri Bey’in bir huyu var, kesinlikle esinti sevmiyor. Yaz sıcağındayız. Kibrit kutusu gibi bir evde çekim yapıyoruz, asla esinti istemedi. Camlar hep kapalıydı, nasıl alıştık bilmiyorum." İlginçmiş. Anlaşılan o ki, hayli "terleten" bir setmiş.
Yazarın Tüm Yazıları