Paylaş
Bugünlerde Alaçatı’nın en çok dikkat çeken dükkanlarından biri Ojarna.
Dükkanın içinde dünya üzerindeki etnik kabilelerin ritüellerini yansıtan aksesuvar ve elbiseler var.
Hepsi el işi ve doğal malzeme: Organik fosiller, Hindistancevizleri, ham ipekler, kuş tüyleri...
Ojarna’daki her şey ayrı birer hikayeye sahip ama asıl burayı yaratan Can ‘Jarna’ Öztürk’ün hikayesi ilham verici...
Can’ın yolculuğu olağan bir şekilde başlıyor:
İyi bir eğitim (uluslararası ilişkiler), iyi bir aile ve sosyal çevre, havalı bir kariyer (ajansı varmış)...
Tatil yapmaya bile fırsat bulamadığı bir dönemde, 2004 yılında, arkadaşlarıyla Hindistan’a gidiyor Can.
Ve yolu Pune’daki Osho Ashram’ına düşüyor:
“Öyle bir anda aydınlanma filan yaşamadım ama başka bir hayat yaşanabileceğinin farkına vardım.
Orada insanlar birbirlerinin mesleğiyle, kim olduğuyla ilgilenmiyordu.
Tek bir kıyafet giyiyorlardı, herkes eşitti.”
Osho macerasından sonra İstanbul’a döndüğünde Can’ın ruhunda bir şeyler kıpırdanmaya başlıyor.
Ama iç sesine tam olarak kulak vermesi annesinin vefatından sonra gerçekleşiyor.
Yaşadığı acının etkisiyle bir anda her şeyini sıfırlıyor:
Evini/ajansını kapatıyor, arabasını satıyor.
Soluğu önce Midilli’deki Osho Center’da ardından yeniden Hindistan’da alıyor.
‘Jarna’ ismini de orada alıyor.
BREZİLYALI AŞKI KARŞISINA ÇIKIYOR
Aşksız bir yeni hayat olur mu? Tabii ki olmaz!
Himalayalar’daki turu sırasında meşhur Eat, Pray, Love (Ye, Dua Et, Sev) filmini anımsatan bir aşkla karşılaşıyor Can: Brezilyalı avukat aşkıyla...
Bundan sonrası çorap söküğü gibi: Sevgiliyle beraber Latin Amerika başta olmak üzere birçok yere gidiyor ve yavaş yavaş öteden beri ilgi duyduğu kabilelerin ritüellerini, geleneksel kıyafetlerini incelemeye koyuluyor.
Onlardan esinlenerek ürettiklerini ise ilk kez Türkbükü’ndeki bir mağazaya verip gidiyor, adını bile söylemeden:
“Aylar sonra o mağazacı bana gazete kupürlerini yolladı. Meğer mağazaya bıraktığım takıyı Eda Taşpınar satın alıp takmış ve bir anda talep olmuş.”
Bu ilgiye rağmen Can yollara düşmekten vazgeçmiyor:
“Amacım tasarımcı olmak değildi, başka bir şeydi. O yüzden adımı da gizledim hep.”
Sonunda antropoloji eğitimi almaya karar veriyor Can.
Kabilelerin yaşantısıyla daha içli dışlı olabilmek adına...
Bunu başarıyor da: “Normalde hükümetler kabilelerin arasına girip yaşamanıza izin vermiyor. Ama antropolog olarak başvurduğunuzda daha kolay izin alabiliyorsunuz.”
HİÇ KORKUYOR MU?
Bir süreden beri kış aylarını tamamen kabilelerin arasında geçiriyor Can.
Kenya’daki Maasai’lerden tutun da Amazon’daki kabilelere kadar birçoğunun içine girip yaşıyor.
Korkuyor mu? Hayır, hem de hiç! Aklına böyle bir şey gelmiyor bile.
Aksine huzur buluyor.
Bu kış için de Papua Yeni Gine’ye gitmeyi düşünüyor.
YAPTIĞI ASLINDA ‘İLERİ DÖNÜŞÜM’
“İbiza, Paris, Vancouver’daki konsept dükkanlarda da ürünleri satılan Ojarna sadece bir dükkan değil; bir proje, kolektif bir iş” deyip şöyle anlatıyor Can:
“Gördüğün kıyafet ya da aksesuvarların taslakları bana ait.
Üretimi ise kabilelerdeki kadınlar ya da seyahatlerde karşılaştığım gezgin sanatçılarla beraber yapıyorum. Ayrıca her ürün, bir etnik kültürün orijinal kıyafet/takısının ileri dönüşümü.
Yani şehirdeki insanın giyebileceği hale uyarlaması...
Her ürünle beraber bir meditasyon ritüeli de veriyorum. Ürünlerin sembolize ettiği ilkel, vahşi ama bir o kadar da gerçek tarafımızla bağlantıya geçmek için! Unutmadan, Alaçatı’daki sadece bir pop up. Seneye nerede olacağımı şu an bilmiyorum.
Belki burada belki Mikonos, İbiza ya da Rio’da. Kim bilir?”
AŞKA NE OLDU?
Kadın okurun kafasındaki diğer soruyu biliyorum. Aşka ne olmuş merak ediyorsunuz...
Aşk bitmiş! “Her aşk başlar ve biter” diyor Can. Biraz da hüzünle...
Ama öyle sakin, öyle huzurlu ve ışıltılı ki, Can gibi insanlar iyi ki var.
Ve iyi ki yola çıkıyorlar. İyi ki...
Paylaş