Vize adrenalini denen bir şey var

Önceki gün haberi vardı. Geçen bir yıl boyunca Schengen vizesi için ödediğimiz harçların toplamı 48.8 milyon euroya ulaşmış, hayırlı olsun.

Haberin Devamı

Aslında vize çilesi denen şeye alıştık, hatta onsuz yapamıyoruz diye abartabilirim.
Mesela yakın tarihte bir Londra seyahati varsa, kendini riske atıp, “Dur bir de Schengen alayım aradan çıksın” diyerek pasaportunu teslim eden ve Londra uçağına dakikalar kala pasaportunu teslim alan manyaklar biliyorum.
Vize adrenalini diye bir şey, orası kesin.
Bağımlısı oluyorsun.
“Vize çıkacak mı, çıkmayacak mı?” stresi bir yana, bir de “Kaç yıl verecekler acaba?” heyecanı var.
Bir haftalık verdilerse saydırıyorsun tabii.
O kadar belge hazırlamışsın, sabahın köründe gitmiş sıralara girmişsin, mekan kapısındaki ezikler gibi “Valla ülkenize bir girip bakıcam, içerde bir-iki akraba var onların elini öpüp dönücem” diye diye şirinlikler yapmışsın; ama sonuç bir hafta!
İnsan köpürür tabii.
Bir de üç yıl-beş yıl schengen alanın gururu ve kibiri var tabii.
“Benimki beş yıl şekerim” derler lafın arasında. Sonra da, “Altı aylık mı verdiler sana, tüh ya” deyip üzülüyormuş gibi yaparlar.
En gıcığı vize konusundaki kanaat önderleri.
Ne zaman bir vize konusu açılsa, “I-ıh sakın Almanya’dan alma, git Fransa’dan al. Aman sakın şu belgeyi eksik etme. Ah bir de vize aldığın ülkeye ilk girişi yap” diye diye anında ayaklı vize rehberi olurlar ki aman aman...
Hayır, iyi güzeldir bu bilgiler ama kim sana bu vize kanaat önderliğini layık gördü, bir sakin ol di mi?
Vize adrenalini denen şey, vizeyi almış olmanla da bitmez ki...
Aldın kapı gibi vizeyi, tamam.
Bir de bunun ülke kapısında sorgusu var.
Tamam Schengen ülkeleri o kadar sorgu sual etmiyor, ama bir İngiltere mesela, “Niye geldin, kaç gün buradasın, o kadar günlüğüne mi geldin, peki nerede kalacaksın?” sorularıyla bunaltıyor...
Misal bir de sabahın körü kalkıp gittiysen Londra’lara filan, sabah şekeri gibi tatlı tatlı yanıtlar vermekten usanabiliyorsun.
Bir kere bana olmuştu.
En tatlı halimle, “Lady Gaga konseri izlemeye geldim hanım” demiştim sert bakışlı memureye.
“Biletiniz nerede?” demişti kadın.
Hahaytt! Ne bileti? Bileti arkadaşım almış, bende yok ki.
Bir koşu Shoreditch’e gidip bileti alıp geleyim mi yani?
Laf olsun diye, “Online bilet, nasıl göstereyim?” deyince, “Mailini aç göster” demişti gardiyan memure.
Köşeye sıkışmıştım tabii. Yapacak bir şey yok.
Ama o kadar ağır hareket etmiş ve mailimi açıyormuş gibi yaparken “Sizin Heathrow’un interneti de pek yavaş” diye söylenmiştim ki, kadın dayanamamış ve “Tamam tamam geçin” demişti.
İşte böyle, vize harçlarına ödenen paralar bize vız gelir.
Asıl bu vize adrenalini denen şey yüzünden ömrümüzden ömür gitti schengen yenge.

Haberin Devamı

Açıkhava’daki Ajda konseri nasıldı

Haberin Devamı


? Konserin ilk dakikalarındaki gelenek değişmedi:
Yine Ajda’nın ne kadar taş olduğu konuşuldu, bedeni baştan aşağı süzüldü, enerjisine şapka çıkarıldı ve meme dekoltesi ön planda olan sahne kostümü uzun uzun incelendi, “Vay be!” denildi.
? Açıkhava’nın sahne dizaynı önceki yıllardan farklıydı. Diğer konserlerde bu düzen olacak mı bilinmez, ama nihayet bir pop konserine yakışır bir görüntü vardı.
? Türklerin son dakikacılığı gibi eğlenmeleri de son dakika.
İlk yarı herkes açıkhava sineması seyreder gibiydi. Acayip bir dinginlikle sahneye bakıp durdu seyirci. Ajda da inat eder gibi ne kadar oynak, fıttırı fıttırı şarkısı varsa söyledi durdu. Ne zaman ki ikinci yarıya geçildi, seyirci o zaman ayaklandı.
Şu protokol denen sıkış tepiş ön sıra düzeni ya kaldırılmalı ya da rahatlatılmalı. Gazino döneminde değiliz. Nitekim ikinci yarıda oradan sıvıştım ve merdivenlerde izledim konseri, daha güzeldi.
?Konser bir ara “Yetenek Sizsiniz”e döndü. Önce Michael Jackson taklidi yapan bir genç, sonra da yeni şarkıcılardan Mert Tünay sahne aldı.
Özellikle Mert Tünay, “Ajda beni öperken fotoğraf çekinelim” ısrarıyla hem antipatik ve yorucu hem de hiç cool değildi. Yazık etti kendine...
? Ajda playback yapmadı, ta ki Volga Tamöz’lü zıp zıp bölüme geçene kadar... Bence Ajda akustik bir konser vermeli. Dansçılara ya da yüksek tempolu dımtıslara ihtiyacı yok. Keza en çok alkışlardan birini Eğlen Güzelim’i sade bir şekilde seslendirirken aldı.

Yazarın Tüm Yazıları