Doğrusu Mutluluk’tan sonra bir süre film izlemek istemiyordum, hep oradaki sahnelerin duygusunda donakalayım diye (buna kısaca pause’da yaşama sendromu diyoruz, halk arasında).
Ama (heyhat) hayat yeni şeyler görmeyi gerektiriyor.
Son günlerin kriz yaratan Holivut filmi 300 Spartalı’ya da gitmek lazımdı.
Geri kalmamak adına. Ne de olsa sorumluluklarımız var, çok amaçlı salonlar misali: Türk, gez, toz, övün, film izle, çalış, yaz, çiz, güven...
Lakin Sparta’lıları izlemek için hayli beklemek gerekti.
Çünkü Kanyon’daki sinemalarda film başlamadan önce 20-25 dakika filan reklam gösteriyorlar.
Kek gibi erkenden oturup bütün reklamları yalayıp yuttuk tabii.
Reklamlar arasında mini Kristal Küre yarışması bile yapacaktık. O denli...
Neyse film başladı, tok sesli bir anlatıcının destansı cümleleriyle.
Ben de öyle anlatırsam eğer, film şöyleydi: Efenim, zaman milattan önce zamanlar...
Spartalı abiler daha çocuk yaşta savaşçı olarak eğitilmek üzere bir yere kapatılıyorlar.
Kapatılış o kapatılış, buradan çıktıklarında hepsi spor salonundan fırlamışçasına forma girmiş oluyor. Aynı tornadan çıkma hesabı: Misal, hepsinin karın kasları birbirine benziyor (insan ister istemez bu sahnelerde kendi karnını yoklama ihtiyacı hissediyor. Sonra da morali bozuluyor, bence denemeyin bile).
Derken cahil, batıl inançlara sahip, barbar, ahlaksız, çok ama çok fena bir şey oldukları gözümüze gözümüze sokulan doğu milletlerinin toplamı süslü Persliler (her yerinden takı, zincir ve piercingimsi şeyler fışkıran kralları stil abidesiydi), delikanlı Spartalıların kapılarına dayanıyor.
Sonrasında kan gövdeyi götürüyor. O sahneler klip gibi zaten, çok başarılı.
Nitekim film sadece bundan ibaret.
Şahane kotarılmış görsel bir dünya var. Tablo gibi her sahne.
Hikaye filan yok. Filmin sonunda kafalara kazınan Spartalılar’ın pek saygıdeğer, demokrat, cesur, fit, zeki, milliyetçi, sonuna kadar savaşçı, zayıflıklarını asla belli etmeyen şahane insanlar oldukları.
Perslilerin ise -takdir edersiniz ki- tam tersi...
Epey yanlı bir çizgi roman uyarlaması yani. Öyle böyle değil.
Ferhat Göçer’den Kayahan’a ince ayar
Genelde şarkıcı ya da oyuncular röportaj teybi ya da kameralar açıldığında birbirleri için hep aynı tavrı takınırlar: "A, o mu? Kendisi çok değerli bir sanatçıdır, çok severim, sayarım".
Oysa gerçek asla öyle değildir. Kimse gerçek fikrini ya da eleştirisini söylemez, söyleyemez.
Ferhat Göçer’in pazartesi günü Kelebek’te yayınlanan röportajında söyledikleri bu açıdan cesurdu.
Tarkan hakkında yaptığı tespitleri yeni değildi gerçi, ama Kayahan hakkında söylediklerine bayıldım Ferhat’ın.
Sürekli ailesiyle kameralar karşısına geçen Kayahan’ın bu tavrını samimi bulmadığını söylemiş Ferhat. Her albüm öncesi böyle yaptığının da altını çizmiş.
O zaman Ferhat’ın söylediklerine bir ekleme daha yapalım: Kayahan asıl hatayı kendini "büyük usta" diye konumlandırdığı zaman yaptı.
Oysa biliyorduk ki bütün şarkıları birbirine benziyordu "büyük usta"nın.
Belki mütevazı davransa, egosunu kanatlandırmasa şu anda hálá şarkıları dinleniyor olabilirdi.
Şuursuzluğun tavan yaptığı zamanlar
Serkan Balbal’ın perşembeleri tv8’de yayınlanan talk şovuna Alex, Survivor’cı Teymüralp Merter ve Irmak Ünal’la beraber konuktuk.
Çok fena ama, Irmak’a program boyunca Yağmur deyip durdum.
Malum, Yağmur Ünal ile Irmak Ünal üvey kardeşler.
Herhalde oradan esinlendim -aklım neredeydi- cidden bilmiyorum
"Sen de bana karşılığında Mustafa filan diyebilirsin" desem de yayında Irmak’a, gönlünü alabildim mi emin değilim.