Sisli bir Belinda gecesi

Bindik bir taksiye, gidiyoruz Maslak Venue’deki Belinda Carlisle konserine.

Gecelerden cumartesi gecesi...
Fakat sis o kadar yoğun ki, önümüzü bile göremiyoruz.
Taksici de göremiyor ve yanlış yollara sapıyoruz.
Zaten Maslak Venue’yü sis olmayan gecelerde bile bulmak zordur.
Bir de Karındeşen Jack’in hortlamaya müsait olduğu bu sisli gecede bulmaya çalışmak iki katı daha zor...
Neyse, Venue’nün önüne geliyoruz.
Kapının önündeki mavi ışıklandırmalar olmasa buranın konser alanı olduğuna dışarıdan inanmak mümkün değil.
Yıllardır böyle Venue.
Dış kısmına ne mekanın adını yazarlar ne de bulunduğu alanı doğru dürüst aydınlatırlar. O yüzden dışarıdan terk edilmiş bir yer gibi durur Maslak Venue. Ya da tam havalı ismiyle, Refresh The Venue...
“Galiba içerisi bomboş” diyerek içeriye girdik.

KİTLE RUHSUZ, BELINDA SADE...

Yanımda, Belinda Carlisle hastası bir arkadaşım.
Tamam, ben de sever(d)im Belinda’yı ve şarkılarını. Özellikle “Vision Of You” ve “Summer Rain”i filan... Ama kendisi için ölüp bittiğim yok.
Sadece 80’ler, 90’lar nostaljisi yapmaya gelmişim.
Venue tıka basa değil belki, ama doluydu.
Konser başlayınca gördüm ki, ölü bir seyirciymiş bu.
Öyle ki konserin ilk kırkbeş dakikasında doğru dürüst alkışlamadılar bile Belinda’yı.
Ruhsuz, sabit bir şekilde sahneye bakmakla yetindiler.
Sonradan coşmaları biraz da Bilge-Belda-Berna Öztürk kardeşlerin enerjisi sayesinde oldu.
O kadar güzel dans edip tüm şarkılara eşlik etti ki kız kardeşler; şahaneydiler (Not: Kızlar, acaba bir grup mu kursanız? Yerli bir The Go-Go’s filan?).
Peki Belinda nasıldı?
Eh, tabii ki yaşlanmış. Ama günümüz 52’liklerine göre biraz fazla.
Yaşını boynundaki kırışıklıklar ele veriyordu Belinda’nın.
İsteseydi onları gizleyebilirmiş, ama gerek duymamış.
Nitekim o kadar sadeydi ki sahnede.
Sahne kıyafeti ince siyah bir kazak, siyah dümdüz bir pantolon ve siyah deri babetlerden ibaretti.
Makyaj bile yapmamıştı Belinda. Bazılarına prova kıyafetiyle sahneye çıkmış gibi gelebilir. Ama bana bu hali daha samimi geldi.
Şarkılarını söylerken ise dinamik ve zarifti. Biraz da tatlı ukala.
Gerçi tüm bunlar hiç önemli değildi.
O eski şarkıları bir bir hatırlayıp eğlenmek güzeldi. Hele finalde, “Runaway Horses”la fazlasıyla..

New York’ta Beş Minare’nin özeti

Görkemli aksiyon ve zikir sahneleri, New York-İstanbul şehir manzaraları iyi hoş ve hatta çok iyi de; bu filmin ruhu yok. Karakterler mesaj mesaj konuşmaktan karakterlerini yitirmiş gibilerdi: Karikatürize ve tek boyutlu...

Fazlasıyla sembolik ve “olmasa da olur” sahneler sıkıcıydı: Ayasofya duası, Sema gösterisi...

Kızının düğün törenini cep telefonundan izleyen Hacı’nın hıçkırarak ağlaması üzerine, Türk polisi Acar’ın anında adamın iyi biri olduğuna kanaat getirmesi en manasız ilişkilendirmeydi.

Mustafa Sandal ve Engin Altan Düzyatan, filmin en parlak yanıydı. Sandal daha çok filmde oynamalı...

Bir ara Mahsun Kırmızıgül, “Bana oğlum deme Hacı!” dışında başka bir şey söylemeyecek gibi geldi...

Senaryodaki boşluklara hiç girmeyelim. Tek diyeceğim, bir dönem senaryo dersine girdiğim sevgili Lütfi Ö. Akad affetmezdi bu boşlukları...

Sonuç: İç içe bir sürü hikaye anlatan önceki Mahsun Kırmızıgül filmi “Güneşi Gördüm”ün en azından bir damarı/kalbi vardı. Bu filmde o yakalanamamış. Her şey tatsız tuzsuz. Üzerine basa basa verilen şu mesajdan da bir seyirci olarak hem sıkıldım hem de tatmin edici bulmadım:
Bir tarafta cemaatinin saygı duyduğu iyi Müslümanlar vardır, bir de inancını şiddete alet eden kötü Müslümanlar; bunları birbirinden ayıralım pilizzzz.

Bu hafta es geçme...

Kutluğ Ataman’ın video ve enstalasyon çalışmalarını biraraya getirdiği “İçimdeki Düşman” sergisini... İstanbul Modern’deki sergi, çarşamba günü açılıyor.

DOT’un yeni oyunu “Malafa”yı... Oyun, her çarşamba, perşembe, cuma ve cumartesi 21.00’de Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı DOT sahnesinde.
Yazarın Tüm Yazıları