Paylaş
Hızla Reina’ya doğru ilerliyoruz. Üzerimde tam da Reina’ya giden erkeklerin giymekten ısrarla vazgeçemediği bir adet beyaz gömlek var.
Yani sadece siyah ceketim eksik. Onun yerine siyah deri montum var.
İdare ederim yani...
Ve en önemli meseleyi halledip Reina’ya giriyoruz. Nedir o mesele?
Tabii ki araba! Esra arabayı Reina’nın karşısındaki apartmanların birine cart diye park ediyor. Tıpış tıpış yürüyüp Reina’nın kapısına varıyoruz rahatlıkla.
Çünkü valeye araba vermek demek, çıkışta en az on-onbeş dakika kapıda arabayı beklemek demek. Esra öyle söylüyor, deneyimli.
Meşhur Mustafa Sandal şarkısının nakaratladığı gibi; onun arabası var, bilir mi bilir, ama maalesef benim yok.
ŞİŞE AÇMACA DİYARINDAYIM
Reina’nın açık hava kısmı aynı, dekorasyon anlamında değişen bir şey yok.
Tek değişiklik dans pisti: Eski disko günlerini anımsatan rengarenk ışıklarla aydınlatılmış şahane bir pist yapmışlar, şık olmuş.
Ben bir tane roze söylüyorum, blush kadeh. Gel gör ki şişe açmak zorundaymışım, kadeh veremiyorlarmış.
Doğru, bir an “şişe açmaca” diyarında olduğumu unuttum. Kendimi kafede filan zannettim.
SERDAR’SIZ REINA OLMAZ!
Ve işte az ötede Reina’nın demirbaşlarından birini görüyorum: Serdar Ortaç.
Gözlüklerini takmış, her zamanki gibi gayet ciddi etrafına bakınıyor.
Yanında ekibi var. Bir de iki tane boylu poslu güzel kadın.
Ama sanki Ortaç hiç orada değil, başka bir şey düşünüyor gibi.
Yanına gidip merhabalaşıyorum. Yine aynı ciddi tonda haftaya yeni albümünün çıkacağından bahsediyor.
İçinde 17 tane şarkı olacakmış.
Çıkış şarkısı “Poşet”in sözlerini söylüyor oracıkta: “Seni çöpe atacağım, poşete yazık! Bir sigara yakacağım, ateşe yazık!” Tamamdır, işte formül budur: Türkler’in hoplayıp zıplarken, yani eller havaya eğlenirken aslında intikam, öfke gibi duygularını gaza getirmek gerektiğini çözmüş pop profesörü Ortaç. şarkı sözlerine bir çorba kaşığı bunu katıyor ve bir bakıyorsun o yaz herkes aynı dizeye takılıp kalmış.
Ben böyle analizlere dalmışken bir hareketlenme oluyor Ortaç’ların bulunduğu yerde. Koltuklar geliyor, gidiyor filan.
Anladım, bir düzenek yapılıyor. Ortaç ve arkadaşlarına.
Rahat etsinler diye, loca hesabı.
Ve Reina içinde gözlemlere devam ediyorum... Karşı yakaya ses gitmesin diye gece 12’den sonra çekilen kırmızı perdeleri merak ediyorum.
Çünkü gece 12’yi çoktan geçmiş, ama çekilen bir perde yok ortada.
İşletmeci Ali Ünal artık ses problemi yaşadıklarını söylüyor.
Ortadaki piste naylondan çatı gibi bir düzenek yapmışlar yan yana. Onlar da engelliyormuş sesi.
Ayrıca deniz tarafından sık sık kontrol ediyorlarmış, ses sınırı aşılıyor mu diye...
Derken Ortaç’ın az önce sözlerini bana söylediği “Poşet” çalmaya başlıyor.
O my god! Herkes aynı anda hop hop, çünkü melodi tanıdık geliyor, Serdar Ortaç melodisi.
Yaz sezonunun ilk gecesini yaşayan Reina’dan çıkarken kafam kazan, ıstanbul gece hayatı kepçe; yürüyorum düş bahçelerinde nitekim.
Rüya takımındaki iki kişi olmamış
Conde Nast Traveler mayıs sayısında “ıstanbul’un rüya takımı” başlığı altında dört kişiye yer vermiş. Autoban markasının kurucularından iç mimar Sefer Çağlar.
Galerici Mihda Koray.
İşletmeci İzzet Çapa.
Ve tasarımcı Müge Ersin.
Yerli ya da yabancı; her dergi bu tür haberler yapmaya bayılır.
Bazısı abartılı olur bazısı da tam gerçeği yansıtmaz. Conde Nast Traveler’ınki de tam olmamış işte.
İzzet Çapa ve Sefer Çağlar tamam, ama geriye kalan iki kişiyi yanlış seçmişler. Biri Mihda Koray, galeri işinde iyi, taze ve yaratıcı işler yapıyor. Ama daha çok yeni İstanbul’da.
Onun yerine Galerist’in sahibi Murat Pilevneli yer almalıydı.
Çünkü hem yaptığı sergilerle hem sanatçılarıyla (bkz: Haluk Akakçe) hem de yılda dört kez yayınlanan sanat gazetesiyle Pilevneli kendi alanında trend yaratan bir isim.
İkinci itirazım da tasarımcı Müge Ersin’e.
Onun yerine de başka bir tasarımcı rahatlıkla girebilirdi diye düşünüyorum. Ersin’in tasarım alanındaki “etkinliği” tartışılır çünkü.
Paylaş