Paylaş
Pazar gecesi Yeşilköy’deki İhtiyar Balıkçı’dayız.
Dışarıda yağmur, fırtına, soğuk...
İçeride bizden başka bir masa daha.
Biz dediğim, üç arkadaş. Sohbet koyu, ortamda pazar rehaveti, hoparlörden tıngır mıngır yayılan bir alaturka...
Böyle ortamlarda ne olur?
Önce aşk meşk sonra siyaset, memleket dile dolanır. Ardından şarkılar söylenir.
Biz, yani üç arkadaş, gecenin en başından itibaren şarkı söylemeyi seçtik.
Hoparlördeki tıngır mıngır alaturka gibi, kendin söyle kendin işit kıvamında, sakin sakin... Hangimizin aklına geldiyse Sezen Aksu Söylüyor albümü hatırlandı aniden. 1989’da çıkan bu albüm, dönemin ilk zamlı kasetiydi, 5 bin lira. Hatta üzerinde de yazardı. Meğer hepimiz, yani üç arkadaş, para biriktirip zar zor almışız o kaseti ve sonra dinlemeye doyamamışız.
O albümden Son Bakış’ı söyledik ve başka şarkıları...
Derken İhtiyar Balıkçı’dan ayrılıp arabaya atladık.
Gece boyu içmeyip fedakarlık yapan arkadaşımız şoför koltuğuna oturdu, herkesi tek tek evine bırakmak üzere.
Sahil yolunda giderken bu kez akla Kurşuni Renkler geldi.
Baktık ki araba seyir halindeyken söylemek zor şarkıyı.
Sağa çektik. Zeytinburnu civarındayız.
Sahil civarında illa ki çay, sahlep yapan gezici çay bahçesi minibüsler olur ya.
Genç bir çocuk geldi, “Çay alır mısınız?” diye. “Alırız” dedik, keyifler yerinde, Kurşuni Renkler’le hüzün dozu yüksek...
Ve derken arabanın camına vuran bir elin sesi.
Direksiyon başındaki kadın arkadaşımız haliyle yerinden sıçradı, hafiften irkildi. Camı açtı. Karşısında bir polis.
Ve polisin ilk cümlesi şu: “Korktun mu kız?”
Haliyle arkadaşımız bozuldu bu laubali tavıra, ama oralı olmadı. Polis kimlikleri sordu, verdik.
Ama polis bey sohbet etmek istiyordu işte.
Muhabbete, daha doğrusu monoloğa devam etti.
Son siyasi olaylardan girdi Gezi’den çıktı, “Ben o sırada İstanbul dışındaydım” diye kendini savunma ihtiyacı hissetti.
“Herhalde az gaz yememişsinizdir” deyip güldü.
Kimse gülmeyince de, “Ne olacak bu işlerin sonu?” diye yakındı. “İyi geceler” deyip gittiğinde hâlâ kendi aramızda tartışıyorduk:
“Boşverin, sohbet etmek istiyordu adam.” “Kimlik sorsun tamam, ama o ilk baştaki tavır neydi?”
En çok üzerinde durduğumuz, tartıştığımız nokta ise şuydu:
“Aman bulaşmayalım, başımıza iş almayalım” psikolojisi hepimizin içine mi işlemişti?
Neden Julianne Moore
Türkiye’nin tanıtım yüzü Julianne Moore olmuş.
Moore çok iyi oyuncu. İmaj olarak da cool kadın.
Ama neden bir Akdeniz ülkesinin tanıtım yüzü?
Madem global bir şöhret seçilmek istendi; daha genç daha sıcak imajı olan biri seçilemez miydi? Dahası, bizden bir isim daha iyi olmaz mıydı?
Herkesin aklına gelen ilk isim Kıvanç Tatlıtuğ mesela.
Moore’dan daha cazip bir yüz olduğu kesin...
Yerli ‘Makas’ geliyor
Dot’un kısa metrajlı oyun serisi Makas’ın ikincisi başladı bile. Bu kez üç kısa oyun var. En çarpıcısı ise sonuncusu, yani Köy. Asıl iyi haber ise şu: Bu projeye (resmi adıyla Theatre Uncut) yerli yazarlar dahil oluyor.
Şubatta Theatre Uncut’ın mimarı Hannah Price İstanbul’a gelip Hakan Günday, Ayfer Tunç, Berkun Oya ve Derem Çıray’la beraber oyun yazacak.
Yazılan altı kısa oyun mayısta yapılacak İstanbul Tiyatro Festivali’nde gösterilecek.
Sonra da ağustostaki Edinburgh Tiyatro Festivali’nde...
Paylaş