Bu arada Lucca’da etraf kaynıyordu. Sağımızdan solumuzdan habire ünlü ya da ünlümsü birileri teğet...
Didem Erol’u gördüm mesela, "Siz genelde yurtdışında olurdunuz hayret" dedim...
Meğer en son Dubai’deymiş, yeni gelmiş. Murat Aslan’ın bir maç sırasında yaktığı (mahrem yerdeki) yara izi geçmiş mi diye bakamadım, aklıma gelmedi. Bir dahaki sefere söz...
Ayrıca Ender Saraç yanıbaşımızdaydı. Tüm sosyetik kadınlar son dönemde iğneyle zayıflama yöntemine takmışlar, ondan bahsediyordu.
Saraç bu mevzuyu anlatırken asıl dikkatimi çeken şuydu: Kafede neredeyse herkes ama herkes bitki çayı içiyordu. Karanfilli, bir tutam ballı ve bol (oradan buradan) bitkili...
Sağlıklı yaşam ya da bir aylık Müslümanlık Lucca’dan geçme faslındaydı. Nitekim.
Yine de o gece Lucca’da en çok İlham Gencer’e bayıldım. Hıncal Uluç’un masasında oturuyordu. Uluç kalktıktan sonra oturmaya devam etti Gencer. Öyle beyefendiydi ki...
Nitekim biz spor ayakkabılı gençlere bile selam verdi.
Buna karşılık, "sarışın" kategoriden bir genç kadının yaptığı şey mesela tuhaf, hatta aptalcaydı. Dedi ki kız, (sportif) tesbihiyle oynamakta olan bir başka gence durup dururken:
"Ay bu ne ya! Müslüman, Arap filan!".
Tesbihli ve de gururlu genç ses etmedi elbet. Ama benim güldüğümü görünce tesbihi gösterdi.
Alıp bakınca ben de güldüm. Çünkü tesbihin üzerinde "Greece/Mykonos" (Yunanistan / Mikanos) yazıyordu. Meğer abimiz tesbihini son Mikanos tatilinde almış.
Haliyle ablamızın manasız tepkisine de anlam verememişti.
İşte buna kültürlerarası diyalogsuzluk denmez de, ne denirdi sevgili okur...