Berlin’e gitmeden önce uyardılar, "Çok soğukmuş, eksi bilmem kaçmış, aman kazaklar örün gitmeden" diye. Haklılarmış gerçekten, Berlin’e iner inmez başlayan kar, üç gün boyunca peşimi bırakmadı hani.
Ama hayat aksadı mı bu sebebten? Tabii ki hayır, tıkır tıkır işliyordu kentte her şey.
Kaldı ki Berlinliler’in çok önem verdiği turizm fuarı ITB nedeniyle ekstra kalabalıktı şehir. Lakin bir kez bile trafik tıkandığını görmedim.
Bu arada ITB fuarının kesin galibi Yunanistan’dı. Çünkü Yunanistan’ın tanıtım afişleri Berlin’in her yerindeydi. O soğukta fuara gidemeyenler, deniz kenarında öpüşen bir çiftin resmedildiği romantik Yunanistan afişine bakıp içini ısıtmıştır muhakkak.
Türkler’e gelince. Ekonomi haberlerinde belki rastgelmişsinizdir. Bazı Türk firmaların tanıtımı filan bırakıp işi nasıl emlak pazarlamaya kadar götürdüklerine dair.
Bunun yanı sıra farklılığını ortaya koyanlar da vardı tabii. Mesela Hillside Beach Club fuarda stand açmak yerine parti vermeyi tercih edenlerdendi.
Parti gecesi oradaydım, ama önce parti mekanı için seçilen spa’yı anlatmak lazım.
Spree nehri üzerindeki Badeschiff, eski kargo konteynırlarının birbirine bağlanmasıyla elde edilmiş bir spa. İçinde bar, sauna, masaj odaları ve havuz mevcut.
Dizayn harika tabii, Susanne Lorenz adlı Alman sanatçının elinden çıkmış tüm ayrıntılar. Kısaca burası, bir tür küçük buzAda modelinde.
Geçen yaz açılan bu spa, sauna ve sağlıklı yaşam delisi Berlinliler’in yeni çekim merkezlerinden. Bundan sonra da özel partilere ev sahipliği yapacakmış mekan.
Meğer ilk partiyi yapan da bizim Hillside’cılar olmuş.
O gece Hillside’ın partisinde Alman basınının önde gelenleri (meselaRTL’den hayli stil bayan Katrin Gr?bner) ve tabii Alman acenteler boy gösterdi. Vural Öger’in kızı Nina Öger de geceye katılanlar arasındaydı.
Can Hatipoğlu her zamanki gibi nefis dans müzikleri çaldı, biri Kübalı diğeri Alman iki perküsyoncu da ona "düm teka düm tek" eşlik etti.
Parti boyunca fark ettim ki; kendini rahatça pist ortasına atıp kimselere aldırmadan dans edenler yine Almanlar’dı. Türkler kendini yine tuttu kenarda, köşede.
Ta ki Nice’te yaşayan, Monaco Kraliyet Ailesi’ne dans gösterisi sunmuş ve arada bir İstanbul’a gelip "gym oryantal" dersi veren Lale Roche ortaya çıkıp ortalığı sallayana kadar.
Lale Roche gösterisini bitirdikten sonra dayanamayıp sordum tabii, "Yahu nerede öğrendin böyle dans etmeyi" diye.
İşin genlerde bittiği bir kez daha belli oldu Roche’un yanıtından: "Babam sirkte ip cambazıydı ve tüm aile fertlerim de dansçıydı".
Berlin in Berlin (Kısım bir)
Berlin’deki taksicilerin çoğu Türk. Ve belli ki Alman taksiciler onlardan haz etmiyor. Misal, bindiğimiz bir Alman taksici, Türk şoförlerin taklidini yaptı acımasızca. Türk olduğumuzu öğrenince şöyle dedi: "Onlar Alman Türk’ü, siz Türkiye Türk’üsünüz". Bu arada geceyarısı arabasına bindiğim bir başka Alman taksici ise adresini ayrıntılı verdiğim halde oteli bir türlü bulamadı. Ama Türk taksiciler öyle mi, ne kadar taklitleri yapılsa da zehir gibiler, anında getiriyorlar istediğiniz yere.
Sadece taksici olarak değil tabii, Türkler her yerde çıkıyor karşınıza. Mesela bir gece, Berlin’in en ünlü gece kulüplerinden 40 Seconds’a gittim. "Mardinli süryaniyim" diyen Murat Kaya’yla orada tanıştık. Daha doğrusu, İngilizce menüsü bile olmayan ve hiçbir elemanı doğru dürüst İngilizce bilmeyen 40 Seconds’çılar barmen Murat Kaya’yı bizzat gönderdiler. Murat da sağ olsun, hem menü hem de Berlin’in gece hayatı konusunda rehberlik yaptı. İki hafta önce Bruce Willis’in doğumgünü partisinde George Clooney’e nasıl keyifle servis yaptığını anlattı uzun uzun. Ayrıca Murat, Berlin gece hayatından artık sıkılmış, İstanbul’da mekan açma niyeti varmış. Yakın zamanda kendisini buralarda görürsek şaşırmam yani.
40 Seconds’a gelince. Potsdamer Caddesi’ndeki mekan, bir apartmanın en üst katında. Siyahlar içinde, çok sade ve bizim Vogue havasında. Akşam yemeği sonrası hareketleniyor ve popüler dans şarkıları çalıyorlar. Mekanın manzarası ise Potsdamer Meydanı’ndaki ultra modern, devasa Sony binasına bakıyor.
2000 yılında yapılan Sony ve etrafındaki diğer "sponsor" binalar ise koca bir metal yığını gibi. İnsan bunların içinde kendini uzay gemisinde gibi hissediyor ama, sıkıcı ve boğucu geldi bana. Bu kadar modernizm, bu kadar metal yığını üstüne üstüne geliyor insanın...