Paylaş
Malum, ülkede ne zaman şiddetin yükü artsa yapılan ilk iş konser iptali olur.
Sadece müzik susar, ama hayatın geri kalanı normal bir şekilde devam eder.
Yemeler, içmeler, dizi/yarışma izlemeler ya da diğer her türlü eğlence...
Nedense bir tek konserler yas tutar.
Sektör içinden bir menajer şöyle demişti bana:
“Böyle zamanlarda herkes işini normal bir şekilde yapmaya devam ederken biz neden yapamıyoruz? Bizimkisi neden bir iş olarak görülemiyor?”
O günkü yazıda da konserler iptal olmamalı, devam etmeli demiştim.
Çünkü zaten şiddetin amacı bu: Hayatı durdurmak, moralleri bozmak.
Ama işte konserlere/müziğe olan düşmanlık açığa çıkıyor her seferinde. İlk iş, “Müzik sussun” deniliyor.
Nihayet müzik sektörü de buna yüksek sesle isyan etti.
İki meslek birliği, MÜYAP ve MÜYORBİR, yaptıkları ortak açıklamada özetle şuna vurgu yaptı:
“Müziği susturun çağrısı yapanlar bilmelidir ki, yas tutma adına hayatın durdurulması çağrısı yapmaktadırlar. Terörün istediği ortam tam da budur.”
Peki bu çağrı ses buluyor mu?
En azından şu anda Harbiye Açıkhava’daki konserler devam ediyor. Herhangi bir iptal yok.
Ama il il dolaşan Fanta Gençlik Festivali belirsiz bir tarihe ertelenmiş mesela.
Demek ki organizatör ve sponsor markalar Anadolu seyircisinin tepkisinden daha çok çekiniyor, risk almak istemiyor.
Oysa hata ediyorlar. Böyle günlerde en çok ihtiyaç duyulan şey müzik.
Gençler için en iyi yara bandı.
Kafalarına göre iş yapıp festival erteliyorlar, çok yazık...
En sıkıcı jüri
Müzikten konu açılmışken yeni başlayan müzik yarışması Rising Star’dan bahsetmeden olmaz.
Gördüğüm en sıkıcı jüriye sahip Rising Star.
İnsan O Ses Türkiye jürisinin kendiliğinden oluşmuş “kanka eğlencesi”ni mumla arıyor.
Yarışmacılar da ayrı alem.
Bir tanesi elenirken şöyle diyordu: “Sevdim bu işi. Bundan sonra da O Ses’e katılacağım.”
Anlaşılan yarışma yarışma gezecek.
Evet hepsi bir umut besliyor, yırtmak/yer edinmek için.
Ama çoğu da farkındadır; anlık reyting malzemesi olduklarının ve televizyon kara deliğinde on saniye sonra unutulacaklarının...
O yarışmalardan bir İrem Derici çıktı.
Bir de pek yakında -yine O Ses’ten elenmiş- Rümeysa çıkıyor.
Rümeysa’nın albümü uzun süreden beri titizlikle hazırlanıyor.
Prodüktörü Sezen Aksu.
Öyle bir sesi var ki Rümeysa’nın, farklı tarzlardaki şarkıyı aynı şiddetli duyguda okuyabiliyor.
Frankie’de sahne almıştı bir gece, orada şahit olmuştum.
Ama Rümeysa’nın çıkacak albümünde “Köz” diye bir şarkı var ki, of diyorum.
Çıkar çıkmaz herkesi darmaduman edeceğini söyleyebilirim.
Seyahat Atlası
* NEW YORK... Meatpacking’deki meşhur The Standard Otel’in East Village şubesi The Standard East’te Narcissa adlı bir restoran var. Avokadolu, kuşkonmazlı, havuçlu, pancarlı bir adet de organik salatası. Uğranası, yenilesi, keşfedilesi...
* TOKYO... En fazla yedi-sekiz kişilik, küçücük barların, hayli salaş bir şekilde yan yana sıralandığı Golden Gai bölgesi her zaman rastlanmayacak bir deneyim sunuyor insana. Üstelik barların bazılarına giremiyorsun. Sadece müdavimlere özel, kapıda “members only” yazıyor.
* KYOTO... Şehir merkezine yakın, ama şehrin ritminden alabildiğine uzak bir zen budist tapınağı var: Ryoan-Ji. Bahçesindeki huzuru nefis ve küçük göletindeki manzara doyumsuz...
* MOSKOVA... Şehrin 19. yüzyıldan kalma bir ambiyansa sahip Cafe Pushkin’inde her şey gerçekten eski! Garsonlar da Çarlık Rusya’sı dönemi gibi giyiniyor.
Moskova gece hayatındaki en popüler mekan ise Soho Rooms. İç içe geçmiş bir sürü bölümden, kattan oluşan Soho Rooms her tür eğlenceyi sunuyor. Restoranından aşağı indiğinizde karşınıza çıkan kulüp kısmında, şık elbiseleriyle sahne etrafında dans eden kadınlar ise ağzı açık bırakacak kadar güzel.
Paylaş