Paylaş
Günlerdir süren yağış sonrası gelen güneşli cumartesi günü mekan hayli kalabalıktı.
Tek dert, barda iyi kokteyl yaptıklarını düşünmeleri.
Ama hayır çok da başarılı değiller.
Kitlenin profiline gelirsek: Hayatının merkezi spor olan çocuklu bohem burjuvalar, Lucca’daki piyasadan sıkılıp soluğu burada alanlar ve genç ünlüler (misal: Mithat Can Özer o gün oradaydı).
* KARAKÖY’DEN KANYON’A... Cuma gecesi Karaköy’deki Colonie’ye uğradım. Hâlâ eski hareketliliğinde.
Mönüye yeni tatlar eklemişler, akya balığı onlardan biri. Gayet lezizdi.
Bu arada Colonie’ciler yeni mekânları Escale’ı iki haftaya açmaya hazırlanıyor.
Escale, Kanyon içindeki eski Konyalı’nın yerinde.
* GÖZLERDEN UZAK AROLA... Raffles Oteli’nin içindeki Arola, gözlerden uzak duruyor ama unutulmayı da hak etmiyor.
Restoranın iki Michelin yıldızlı İspanyol şefi Sergi Arola’nın felsefesini yansıtan mönü, uçlarda gezinen o korkutucu Michelin mönülerinden pek değil.
Tatlar bize yakın.
Çünkü şef Arola, geleneksel Katalonya tariflerinden ilhamla mönüyü oluşturuyor.
Misal: Kızartılmış sebzelerin soslu bir tabakta ‘organik bahçe’ gibi sunumu ilginç ve leziz.
Tek dert, mekândaki müzik ve aydınlatma vasat.
Acil el atılası...
Kitlenin profiline gelirsek: Otelde konaklayan yabancılar, İstanbul’da yaşayan yabancılar, iş için gelmiş yabancılar...
Yemek meraklısı Türkler burayı henüz istila etmemiş gibi.
* GECEYARISI KÖFTESİ... La Boom’un terasındaki en iyi gece yarısı atıştırmalığı köftesi.
Öyle ki gece belli bir saatten sonra herkes bu köfteden sipariş ediyor.
Cumartesi gecesi durum aynen öyleydi.
Terasın kitlesine gelince: Genç ünlüler (misal: Cumartesi gece Engin Öztürk oradaydı), genç işadamları, çok meslekli (misal: aynı anda hem DJ hem tasarımcı hem organizatör hem danışman) olan ama hayatının önemli bir kısmını da partilemeye adamış kadınlar/erkekler...
İstanbul’da görüşmek zor iki gözüm
Gerçekten zor.
Hele iki arkadaş iki ayrı yakada oturuyorsan...
Geçenlerde arkadaşım dedi ki, “Arabayla geçiyorum ben Avrupa Yakası’na, tahminen şu saatte orada olurum, sana uyar mı?”
“Hay hay” dedim, beklemeye koyuldum.
Elbette arkadaşım trafiğe takıldı. Bu beklenen bir şeydi.
Bir buçuk saatin sonunda ancak birinci köprü dolaylarına gelebildi.
Ama asıl beklenmedik sürpriz bundan sonra oldu:
Tam köprünün ortasında arabası bozuldu!
Bir süre sonra çekici gelip arabasını aldı.
Çekici üzerinde arabasıyla tın tın ilerlerken başka bir sürprizle karşılaştı: Çekicinin ön lastiği patlayıverdi!
Lastik değişene kadar epey bir zaman bekledi.
Arkadaşım arabasıyla Bostancı Sanayi’ye vardığında gece saat 01.00 dolaylarıydı.
Eve vardığında pestili çıkmıştı.
O yüzden diyorum ya, iki ayrı yakada oturan arkadaşlar için İstanbul’da buluşmak/görüşmek hem zor hem de şansa bağlı!
Ya arabayı unutup toplu taşıma kullanacaksan ya da araba kullanıyorsan bin türlü olasılığa açık olacaksın.
Paylaş