Aslına bakarsınız, final bölümünü izledikten sonra bana hiç de bitmiş gibi gelmedi Lost. Çünküüü... (Yazının bundan sonrasında bol bol final sezonuna dair spoiler var, hâlâ izlememiş olan okumasın. Sonra “uyarmadın” diye mızıkçılık yapmayın). * Herkesin dilinde bir “gidiyoruz” lafı vardı. Desmond başlattı bunu. Diğer karakterler de sordu, “Gitmek... Nereye?” Jack’in babası ise “devam etmeliyiz” dedi. Neye? Nerede? Tekrar adada mı? Yoksa bu kez kaynağın olduğu başka bir yerde mi? Ne yani, adadaki o malum ışık kaynağı sadece orada mı var? Belki dünyanın başka yerlerinde de vardır! Olur mu olur, senaryo gereği o da çıkıverir ortaya. * Adadan uçakla havalanan ekibe (Lapidus, Miles, Sawyer, Kate, Claire) ne oldu? * Tüm belli başlı karakterler alternatif zaman diliminde birer birer ortaya çıkmışken Walt ve Michael neden ortalıkta gözükmedi? * Evet, herkesin alternatif zaman diliminde bir kilisede toplanmış olması manidardı. Çok klişe bir söylemle, “Al işte, bu dizi bariz Hıristiyanlık propagandası yapıyor” diyebilirsiniz. Ama diziyi yazanlar (ve de izleyenler) o kadar salak değil. Üstelik bu devirde kimsenin bu tarz propagandadan etkilenecek hali yok. Keza tüm Amerikan filmlerinde-dizilerinde mekan olarak kilise hep başrol oyuncusu gibidir. * Final bölümü Lost’çuları ikiye bölmüş görünüyor. Forumlardaki yorumlara bakınca bunu net bir şekilde anlamak mümkün. Kimisi nefret etmiş finalden, altı yılını bu diziye harcadığı için üzgün. Kimisi bayılmış, “tamam, budur” demiş. Hani ortası yok. * Bana soracak olursanız (ki sormasanız da söylerim), ben final sezonunu sevdim. O karaktere ne oldu, şu olay niye açıklanmadı gibi ayrıntılar beni çok ilgilendirmedi çünkü. Sevdiğim şey şu oldu: Tüm karakterler ne geçmiş ne gelecek, son sezonda onlara yaşatılan alternatif zaman diliminde bir şekilde bir araya geldiler. Yolları kesişti. Ama birbirlerini önce tanımadılar. Adadaki hayatlarını anımsamadılar. Ne zaman ki birbirleriyle “temas” ettiler, o zaman her şeyi hatırladılar. Yani aydınlandılar. Kısacası, meşhur paralel evren teorisini destekleyen bir finalle sonlandı Lost. Dolayısıyla “rüya mıydı gerçek miydi”, “Jack ölü, o zaman diğerleri de öyle” gibi gibi düşüncelerle olaya yaklaşmak biraz yetersiz kalıyor. Durum budur. Lost bitmiş gözükmektedir, ama aslında bitmemiştir (ki sanırım filmi yapılacak). Nitekim bu ana fikir, işi daha da uzatıp yaymaya, dallandırıp budaklandırmaya çook elverişli.
Ve bir lost sayıklaması
Peki bu durumda, bu paralel evren teorisine inandığımı varsayarsam, Lost’un hayatımdaki yansıması şu mudur: Şu anda hayatımda olan en yakın kişilerle aslında diğer zaman dilimlerinde de beraberdik. Sadece o zaman dilimlerindeki hayatlarımızı hatırlamıyoruz. Hatırladığımız anda da “seçim şansımız” olacak. Böyle mi? Olabilir mi? ımdat, delirmek üzereyim...
ELLE F&F Weekend notları
Her yıl geleneksel olarak yapılan ELLE Dergisi’nin “Fun&Fashion Weekend” organizasyonunda yine bol eğlence ve moda vardı. Nasıl olmasın ki? ıki gece üst üste yapılan plaj partisi, arada Akmerkez’in düzenlediği defile ve tabii organizasyon mekanı Hillside Su Otel’in havuzunda/plajında güneşlenip yüzme olanağı...
Kimler vardı? Hemen ilk aklıma gelenleri sayayım: Haluk-Deniz Berdan, Ezra&Tuba Çetin, Tamer Yılmaz, Eda Taşpınar, Hatice Aslan, Özgür Masur, Simay Bülbül, Esra Türker, Yeşim Aksoy, şebnem Işık, Özge Ulusoy, Cem Başar-Naz Elmas, Emre ıskeçeli-Jülide Ateş ve Mehveş Evin...
Unutmadan, Demet Kutluay da oradaydı. Aracılar devreye girdi ve tanıştırıldık. Meğer hakkında yazdığım birkaç yazıya bozulmuş. Her zamanki gibi “Hangi yazılardı acaba?” dedim, onca kutu kutu yazı içinden hatırlamadım tabii. “Galiba en sonuncusu” dedim nihayetinde, “Mango defilesiyle ilgili olanı mı?” Evet oymuş. Defilede yürürken onu izleyen eşi ve çocuğuna sık aralıklarla gülümsemesini eleştirmiş, bu tavrı profesyonel bulmadığımı belirtmiştim o yazıda...
Yazmadan olmaz; ilk geceki partinin dj’i Salih Saka’ydı, ikinci gecenin dj’i ise Tarık Koray.
Şimdi merakla bir sonraki yılın ELLE daveti bekleniyor. Bu arada aldığım duyumlara göre (bu lafı da hiç sevmem ama bakınız kullandım bile) bir başka dergi de benzeri bir organizasyon için kolları sıvamış. Marmaris’teki Select Maris’te yapılacakmış onların olayı da...
Hadise’nin marşı
Amma tepki yağdı. Öyle böyle değil. Linç edildi resmen Hadise. Oysa ben sevdim Hadise’nin ıstiklal Marşı yorumunu. Evet “yorumlamış” çünkü. Bayağı slow şarkı tadında söylemiş, marşı marş gibi okumamış. Ve laf olsun diye değil, valla bu hali/versiyonu hoşuma gitti. Dönüp tekrar tekrar dinledim. Sanki aşk şarkısı dinliyormuş gibi... Sonuçta: Bu hali seversiniz sevmezsiniz, “marş böyle okunur mu” dersiniz demezsiniz, ama unutmayın Hadise bir şarkıcı. Elbette kendi yorumunu katacaktı marşa. Kim çıksa aynı şeyi yapardı eminim. O yüzden kızmayınız derim bu kadar Hadise’ye. Bu kadar abartmayınız.